Adalet benim gözümde ihtişamlı görünen, asil, güç veren ve her şey onunla güzelleşecek olan bir kavram. Soyut olmasana rağmen ağızlarda dolaşan dillerden düşmeyen ve her şeyin yerli yerine konulması için aranılan mükemmel düzenin anahtarını bulmak için canla başla yürüyen ve yol gösteren kavramdır. Adalet tek kelime veya cümle ile tanımlayamadığımız çoğunlukla hak ve haklılık olarak kullanılan ahlak ve din ile ilişkisi olan adalet için, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesidir. Adalet kavramını, düşünürler, söz sahibi kişiler gerekse toplum ve din liderleri yakından ilgilenerek farklı cümlelerle tarif etmişlerdir. Adalet denildiğinde ilk akla gelen Hz. Ömer’dir. ‘’Adalet mülkün temelidir.’’ sözüyle adaleti tarif etmiş ve ne yazık ki adaletli olmanın bedelini adaletsiz bir şekilde şehit edilmiştir. Ömer Hayyam’ın deyimiyle ‘’Adalet kâinatın ruhudur. ’’ ‘’Devletin hazinesi adalettir. ‘’diyen Konfüçyüs, ’’Adaletsiz rejimi adaletle yıkarız .’’diyen Gandi. Adaleti farklı cümleleriyle tarif ederek zaferlerin, mutlu yaşamanın anahtarının adaletle sağlanacağının ifade edildiğini görmekteyiz.
Bizim toplumumuzda, sosyal ilişkilerimizde, kültürümüzde adaletsizliğe uğrayan, uğratılan denilince ilk aklımıza gelen durum miras konusu diyebilir miyiz? Pek tabii diyebiliriz. Genellikle doğu bölgesinde özellikle yaygın olan kural mirasta kızlara hak verilmemesi erkek çocuklarına verilmesi dikkat çekmekte ve kız çocukları ötelenmekte. Çoğunlukla bazı anneler ve babalar çocukların arasında adaletsizlik konusunda başı çekmekte yine başrolünü erkek evlatlarına her zaman öncelik tanımakta hatta erkek evlatlarından olan torunları bile kız evlatlarından olan torunlarına ayırt/tercih ederek haksızlığa uğratmışlardır. Pek tabi ki bu zamana kadar bitmeyen bitecekmiş gibi de görünmeyen bazı istisnalar hariç kayınvalide gelin savaşları kim haklı kim haksız senaryoların içerisindedir. Kimi zaman gelin haksızlığa uğradığı gibi kimi zaman kayınvalide haklı yanı bulunmaz. Elti, görümce çemberine girildiğinde ise duruma göre oynamasını başaranlar adalet kupasını her daim elinde taşır maske kullanmayı beceremeyen dürüstlük misali olan ise haksızlığa uğramaya mahkûmdur. Eninde sonunda haklı tarafını sonradan keşfetseler de artık iş işten geçmiş olup kişi Hakka havale edip hesaplaşmayı mahşere saklamıştır. Eşler arasında ki durum da kim daha güçlü ise adalet ona göre işler. Güçlünün adaleti değil, adaletin gücü esas alınması gerekirken maalesef ki her şeyi yerli yerine olmasını bilmeyen takkeyi ayağına, ayakkabıyı kafasına ait sanır. Nice kişilerin eğitim hayatının ellerinden alınması ile hayalleri bir çırpıda çöpe dönüşenler. Kendisini ifade edecek delil olmayışından ya da delili olduğu halde hüküm giyip parmaklıklar arasında ömrünü çürütülmesi de ne acı bir haksızlık. Yetim, öksüz ve mazlum olanların hakkını yemeyi ustalık sayanların hesaplaşacağı o gündür. Çalıştığının karşılığını alamayıp aynı işi yaptığı halde aynı ücrete tabi olmayan birçok insan her platformda haklılığını haykıran sonunda kazanamadığını gören ve bir duvar kenarında ağlayıp gece yatağına girdiğinde ‘Ben elimden geleni yaptım. ’demenin zaferini, kırılan kalbinin onarımını, yaşam süreci içerisinde haksızlığa uğrayanların adalet duygusunun dünyada karşılığının kapısını insanlar tarafından kapatıldığını kabullenip ümitlerini boş vermeyi başaranlar, ahiret inancı olan kişiler mahşer günü o kapının sonuna kadar açık olacağını şüphe dahi etmeden o hesaplaşma gününü heyecanla beklemektedirler.
Mahşer günü, sadece haksızlığa uğrayanların beklediği gün değil, bağrı yanıkların, bağrına taş bağlayanların, kavuşamayan âşıkların da beklediği gündür. Aşkına karşılık bulamayanların sessizce kalbinde yaşatanların; imkânı, şartları denk düşmeyenlerin beklentisini karşılayacak umudunu yeşertecek o gün; asker yolu bekleyen derin duygulara sahip sevgili, aydınlık buluşmayı hayal ederken tez duyulan kara haberle vatan uğruna canını feda edenlerin de buluşacağı adresidir mahşer günü, kutsal aşkı için sessiz kalanların inadına bir taşla savunmaya geçen hem candan hem canandan vazgeçenlerin kurtuluşudur mahşer günü... Nesimi’nin aşkı ise bambaşkadır. Bağdat'ta doğmuş tasavvuf şairi Seyyit Nesimî aşkını yanlış anlaşılmasına sebep olanların fetvasıyla Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüş, adalet sağladığını sananlardan hem hakkını alıp hem sevgiliye kavuşmasını sağlayacak olan sevinç saattir o gün. Kavuşmamakla biten ve efsaneleşen Leyla ile Mecnun… Mecnuna ‘’Leylaya hakkını helal ediyor musun?’’ sorunca ‘’Hayır’’ demiş. ’’Hayır etmiyorum.’’ Tabii ki şaşırmış soranlar ve eklemişler: Neden? Neden helal etmiyorsun? De hele mecnun. Boynu bükük bir şekilde cevap vermiş :’’Ahirette helalleşme bahanesiyle bile olsa bir kez daha görebilmek için’’ demiş. Bazı sevdalar, ötelenmiş hayatlar, ötelendirmeye mahkûm bırakılmış şartlar, gönlünde doğmuş gönlünde yaşatmış olanlar, yaşamak istediğini yaşamayanlar umudunu mahşere bırakırlar…
Nesimî'ye dediler ki
Derdine bir derman ara
Bize derman Hakk'tan ola
Çare bilmem ne edeyim.
Sevgiyle Kalın…