Manda, sadece Buffalo veya Sığır familyasından boynuzlugillerden bir hayvana verilen ad değildir. Bu anlamdaki manda hayvanının anavatanı Hindistan, Çin ve Güneydoğu Asya olarak bilinmektedir. Su ve çamuru seven manda, kömüş, camız ve camış olarak da bilinir. Kökeni Hindistan’da Manda adında bir coğrafi bölge olarak bilindiği için bu hayvana Manda adı verilmiştir.
Diğer Manda’ya gelince Latince görev, emanet anlamına gelen mandatum kelime kökünden türemiştir ve Fransızca ve İngilizceye manadate olarak geçmiştir. Latin dilinde manus kelimesi el anlamına geldiğine göre mandatum kelimesi de eline vermek, emanet etmek, tevdi etmek, görevlendirmek gibi anlam veren mandare kelimesine dayanmaktadır. Latince manus kelimesi el, dare kelimesi de vermek anlamına gelmektedir. Manüel ve data kelimeleri günümüzde de yaygın olarak kullanılmaktadır ve data kelimesinin yerine veri kullanılması münasip olmuştur. Belki de bizim kültürümüzde kullanılan el vermek deyimi de bu anlamla ilişkilidir.
Tasavvufta mürşidin bir müridine mürşitlik izni vermesi el vermek olarak geçerken bir emanet ve görevlendirme var gibi. Latince mandate ile tarihsel kökeninde bir ortaklık olup olmadığını bilmiyorum ama işin içinde bir el ve vermek olduğu kesin.
Bir yönetim şekli olarak bakıldığında Fransızca ve İngilizcede mandate kelimesi yetki, görev, talimat, vekalet anlamına gelmektedir. Yönetim ile ilgili olarak yönetici olan devlete mandater devlet denilmiştir ve I. Dünya Savaşından sonra Milletler Cemiyeti bünyesinde oluşturulan bir yönetim biçimi olarak kullanılmıştır. Aslında Milletler Cemiyetinin mandacılık sistemi ABD başkanı Wilson İlkeleri olarak bilinen halkların kendi kaderini tayin hakkı ve savaş sonrasında toprak kazanılmaması ilkelerine dayalı olarak sunuldu. Ancak savaştan galip çıkan İtilaf Devletleri bir çeşit kurnazlıkla savaşı kaybeden ülkelerin topraklarına el koymak istediler. Bu nedenle Manda Sistemini icat ettiler ve Milletler Cemiyeti şemsiyesi altına yerleştirdiler.
1919 mayıs ayından itibaren Anadolu’da başlayan Millî Mücadele döneminde bazı aydınlar daha sonra Millî Mücadeleye katılmadan önce Manda Sistemini savundular. Mesela Halide Edip, Rauf Orbay, Yunus Nadi, İngiliz ve Fransa mandasına karşı Amerikan Mandasına umut bağladılar ve gerçek kurtuluşun Amerikan mandasında olduğunu savundular. Yenigün, Vakit ve Yeni Gazete’de Wilson İlkelerini savunan yazılar yayınlandı. Bu aydınların da içinde olduğu Türk-Wilson Cemiyeti kuruldu ve bu dernek, Halide Edip, Yunus Nadi, Ahmet Emin Yalman gibi bazı aydınların imzaları ile 5 Aralık 1918 tarihinde ABD Başkanı Wilson'a Amerikan mandası istemiyle başvuruda bulundu.
Milletler Cemiyeti şemsiyesi altına kurnazlıkla yerleştirilen Manda Sistemi bir ülke üzerindeki yönetme yetkisinin gerçek veya tüzel kişilere tevdi edilmesi esasına dayanmaktadır. Hukuksal gerekçesi ise medeniyet ve kültür düzeyi kendi kendisini yönetecek yetkinliğe sahip olmamaktır. Bu nedenle bir ülke medeniyet ve kültür düzeyi olarak değerlendirilir ve kendi kendisini yönetecek yetkinliğe sahip olmadığı sonucuna varılırsa o ülkeye Manda Sistemi uygulamak gerekli hale gelir. Uygulamada Osmanlı İmparatorluğuna bağlı olan özellikle Arap bölgelerinin bağımsızlaştırılması ve aynı zamanda Almanya’nın Afrika, Okyanusya ve Pasifik bölgelerindeki sömürgelere el koymasında hukuksal gerekçe olarak kullanılmıştır.
I. Dünya savaşında Osmanlı ve Almanya yenilgiye uğrayınca bu devletlerin Asya ve Afrika’daki varlıkları kendi kendilerini yönetecek yetkinliğe sahip olmadıkları gerekçesi ile savaşı kazanan Galip Devletler arasında dağıtıldı. Mandalar bulundukları yer, politik ve ekonomik gelişim düzeylerine göre üç gruba ayrıldı.
A Sınıfı mandalar: Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi eski Osmanlı topraklı topraklarını aldılar. Ürdün ve İsrail dahil Irak ve Filistin Büyük Britanya’ya verilirken Suriye ve Lübnan Fransa’ya verildi.
B Sınıfı mandalar: Eski Almanya yönetiminde bulunan Afrika kolonileri Tanganyika (Tanzanya’nın bir bölümü), Togoland ve Kamerun’un bazı bölgeleri ve Ruanda-Urundi’den oluşturdu. Tüm müttefik güçler bu mandaların yönetiminden doğrudan sorumlu oldular. Tanzanya’nın bir bölümü olan Tanganyika Britanya’ya verildi Kamerun ve Togolan’in büyük bölümü Fransa’ya verildi. Şimdiki Rwanda ve Burundi Belçika’ya verildi.
C Sınıfı mandalar: mandacıların daha sonra kendi topraklarının parçası olarak idare ettikleri çeşitli eski Alman topraklarından oluştu: Şimdi Güney Afrika'ya bağlı Namibya, Avustralya'ya bağlı olan Yeni Gine, şimdi Yeni Zelanda’ya bağlı olan Samoa, Batı Pasifik'te Ekvator'un kuzeyindeki adalar (Japonya) ve şimdi İngiltere ve Yeni Zelanda’ya bağlı olan Nauru (Avustralya).
Sorun Nedir?
Birleşmiş Milletler şemsiyesi altına kurnazlıkla yerleştirilen ve yönetime el koyma gerekçesi olarak kullanılan kendi kendisini yönetecek yetkinliğe sahip olmama durumu geçerliliğini yitirmiş midir? Günümüzde de yukarıda sınıflara ayrılan mandalarda el verilen, görev ve yetki verilen veya vekalet verilen manda sisteminin gereğini yerine getiren yönetimlerin olmadığını veya kalmadığını söylemek ne kadar doğrudur? Ülkenin içinde bulunduğu koşullardan dolayı şu veya bu mandayı talep eden bazı aydınlar yok mudur?
Bence bizdeki durum farklıdır. Anadolu insanını tanımayan ve Millî Mücadelede etkin olan ruhu ve motivasyon kaynağını tanımayan mandater devletler, 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919 yapılan Erzurum Kongresini ve orada alınan kararları tekrar tekrar incelemek durumundadırlar. Atatürk ve silah arkadaşlarının katılımı ile gerçekleştirilen Erzurum Kongresi kararları hiçbir baskı ve yönlendirme olmadan Türk milletinin kendi hür iradesiyle almış olduğu ve bağımsızlığa giden yolun açıldığı kararlardır. Bu kongrede öncelikli olarak Manda ve himaye reddedilmiş, ilk kez ulusal bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine karar verilmiştir.
Ancak her ne zaman bize sizin medeniyet ve kültür düzeyiniz kendi kendinizi yönetecek yetkinlikte değil denilirse veya bizim içimizden tarihte olduğu gibi bazı aydınlar manda talebinde bulunursa veya bizden bir şey olmaz, kültür düzeyimiz çok düşük gibi ifadelerle toplumu bir aşağılık kompleksi iklimine sokabilecek ifadeler duyulmaya başlarsa, hiç düşünmeden burada bir kurnazlık olduğunu görmek gerekmektedir.
Şemsiyenin altında kullanılan malzeme veya gerekçe değil, o malzeme ve gerekçenin gerçekte ne için kullanılacağı düşünülmelidir. Bu malzeme bazen terör bazen da yardım veya hibe olabilir. İkinci Dünya savaşından sonra Marshall Planı çerçevesinde yapılan Amerikan yardımları, Irak ve Suriye’ye veya genelde Ortadoğu’ya getirilen Demokrasi gibi çok örnekler üzerinde durulabilir. En kötüsü de Mandater Devletin Manda içinde Manda talebinde bulunan temsilcileri veya el verdiklerinin olmasıdır.
Arz ve talep ilkesi gereği manda talebi oldukça manda arzı da bitmeyecektir. Manda, himaye gerekçesi olarak gelir ve kendinizin himayeye muhtaç olduğunuzu hissediyorsanız artık siz siz değilsiniz.
Manda ve Himaye altında siz SİZ değilsiniz!