Bilmek, bilgi edinme sürecinin sonucudur ve genellikle öğrenme, deneyim ve gözlem yoluyla gerçekleşir. "Kendini bilmek" terimi, kişinin kendi içsel dünyasını, karakterini, yeteneklerini, sınırlarını ve duygusal durumlarını anlaması anlamına gelir. Bu, öz farkındalık ve kendini anlamaya yönelik bir süreçtir. Kendini bilmek, kişinin: güçlü ve zayıf yönlerini, yeteneklerini ve sınırlamalarını anlaması, kendi değerlerini, inançlarını ve hayat görüşünü tanıması, kararlarını nasıl etkilediğini fark etmesi, duygusal durumlarını, duygularını ve bu duyguların davranışlar üzerindeki etkisini anlaması, davranış kalıplarını, alışkanlıklarını ve başkalarına karşı verdiği tepkileri analiz etmesi, kendi hedeflerini, motivasyonlarını ve bunların yaşam amacıyla ne kadar uyumlu olduğunu değerlendirmesini ifade eder. İnsanın kendini bilme çabası, Batı Felsefe tarihi skalasında Yedi Bilgeler döneminden başlamıştır. Günümüze kadar bu arayış süregelmiştir. “Kendini bilme” kadim medeniyetlerde çoğunlukla haddini bilmek manasında kullanılsa da aslında kişinin kendisini daha iyi olana dönüştürmesi için özününü ne olduğunu, özüne ait olanlarla özüne ait olmayanları ayırt etme anlamlarını ifade etmektedir. "Bilmek bulmaktır" ifadesi, genellikle felsefi bir bağlamda kullanılır ve kişisel bilgi ya da bilgiye ulaşmanın daha derin bir anlamı olduğunu ifade eder. Bu ifade, bilgi edinmenin sadece yüzeysel bir kavrayış değil, aynı zamanda kişinin özünü ve gerçekliğini anlamak anlamına geldiğini vurgular. Türkçedeki "bulmak" kelimesi, bir şeyi anlamak veya kavramak anlamında kullanılır. Dolayısıyla, "bilmek bulmaktır" ifadesi, bilmenin sadece bilgi toplamak değil, aynı zamanda bu bilgiyi içselleştirmek ve ona derinlemesine nüfuz etmek anlamına geldiğini ima eder.
Bu bağlamda, bilgi edinme süreci yalnızca dışsal verileri almak değil, aynı zamanda bu verilerin kişisel ve içsel bir anlayışa dönüştürülmesini de içerir. Bu düşünce, bilginin yüzeysel değil, derinlemesine bir kavrayış gerektirdiğini belirtir. İnsan; biyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel boyutları olan karmaşık bir varlıktır. Biyolojik olarak; insanlar dik durma, iki ayak üzerinde yürüme, gelişmiş beyin yapısı ve karmaşık sinir sistemi gibi özelliklere sahip olup insan vücudu, organlar, sistemler ve genetik materyallerle tanımlanır. Psikolojik açıdan; duygular, düşünceler, bilinç, bilinçaltı süreçler ve kişilik özellikleri ile tanımlanır. Sosyal açıdan; insanlar toplumlar oluşturur, kültürel değerleri paylaşır, dili kullanır ve sosyal rolleri üstlenir. Bu sosyal ve kültürel etkileşimler, bireylerin kimliklerini ve yaşamlarını şekillendirir. Felsefi açıdan; insanın doğası, özgürlüğü, bilinçliliği ve yaşamının anlamı, varoluşu, anlam arayışı ve etik sorumluluk alanlarından oluşur. Ruhsal ve spiritüel olarak insanın ruhsal veya manevi bir yönü olduğu kabul edilir. Bu, bireyin kendini anlaması, hayatın amacını araması ve manevi değerlerle uyumlu yaşama çabalarını içerir. Kısacası insan biyolojik bir varlık olmanın ötesinde çok boyutlu bir yapıdır. Bu yapının bütün alanlarını tanımlayabilen kişi kendini bilmiş dolayısıyla kendini bulmuş, kendini bildiği ve kendini bulduğu oranda da gerçeklik kazanmıştır. Şimdi hepimiz kendimize şunu soralım!
Kapitalist, mânâdan önce maddeye önemin her geçen gün katlanarak arttığı gezegenimizde, algı operasyonlarıyla kendini tanımlayamaz anlamlandıramaz hale gelen insanoğlu kendini ne derece Bilmektedir…Bulmaktadır… Var kılmaktadır…