Kendi kültürü içinde anlam kökü olan ve filizlenen ve o kültüre sahip millet tarafından kullanılan terimlere aşağılık kompleksi içinde bakarak başka tarlalarda köklenen ve filizlenen başka kültürlerde anlam derinliği olan terimleri kullanmayı tercih eden başka bir ülke olup olmadığını bilmiyorum. Bu sadece kişisel bir tercih değil politik bir tercih olarak yürürlüğe konulmuş ve psikolojik alt yapısı da oluşturulmuştur. Başlıkta kullandığım terimler bizim yakın geçmişte çok kullandığımız, toplum yapımızı ve politik duruşumuzu belirleyen terimler olmuştur ve böyle olmaya devam etmektedir. Bahsi geçen alanlarda kullanımı tercih edilen bu terimlerin neredeyse hepsi Antik Yunan düşüncesinde köklenen, o kültürde anlam bulan ve Batı Düşünce tarihi içinde önemli yer işgal eden terimlerdir. Muasır Medeniyet seviyesine ulaşmanın yolu da bu anam dünyasında kökü olan ve orada hayata bakışı belirleyen bu terimlerin kullanıldığı bir düzlemden geçmekte bulunmuştur. Kültürel genimizde kökü olan ve düşünce tarihimizde anlam bulan terimlerin kullanılması ve bu terimlerin bakış açısından hayata bakılması ancak bir üstün insan olma veya üstün medeniyette yer alma psikolojisi ile sönümlendirme yoluna gidilmiştir. Bu nedenle, günlük hayat, toplumsal iletişim, eğitim alanı gibi alanlarda üstünlük vurgusu bu terimlerin kullanımı ile ima edilmiştir. Bu terimlerin kullanımına ek olarak üstün medeniyeti temsil eden ülkelerde bulunmak, orada olup bitenlere şahit olmak, oradaki hayata uyum sağlama çabası göstermek veya orada eğitim alarak oraya ait düşünce dünyasının övgüsünü yapmak bu baskınlık sürecini hızlandırmıştır. Amerikan doktoralı olmanın ayrıcalıklı davranılmayı gerektirmesi veya bir yerli aydının Ben Amerika’da iken sözcükleri ile konuşmasına başlamayı tercih etmesi üstün kabul edilen medeniyetin ait olunan medeniyeti katletmesi sürecine yardımcı olmuştur. Dil pazarında değeri daha yüksek olan dilin baskın dilin dayatması ile diğer dillerin yavaş yavaş yok olması ve baskın dilin Katil Dile dönüşmesi gibi bu süreçte üstün görülen medeniyet katil medeniyete dönüşmektedir. Bu bağlamda, bizim de ait olduğumuz “muasır medeniyet” içinde anlam bulan ve o düşünceyi temsil eden terimlerin kökenini ve bizim kültürümüze yansımasını kullanmak durumunda kalmanın derin bir hüzün oluşturduğunu da itiraf etmek zorundayım.
İnsanın doğa ile ilişkisinde de temelde aynı baskın medeniyetin etkisini görmek mümkündür. Son zamanlarda ülkemizde, yeryüzünde, yeraltında ve gökyüzünde meydana gelen felaketler ve insanın bu felaketler karşısında ne yaptığı ne yapmadığı ve ne yapamadığı konusu önemli bir tartışma alanı oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, doğa ve insan ilişkisi bağlamında doğada meydana gelen doğal olayların insanlar tarafından felaket olarak algılanması ve adlandırılması dikkat çekmektedir. Doğada meydana gelen doğal olayların insanın felaketine neden olmasına bağlı olarak doğal felaketler doğanın insana karşı bir savaşı gibi sunulmaktadır. Bu arada insanın doğaya neler yaptığı çok fazla konu olarak ele alınmamaktadır. Bu süreçte insan masum ve doğa zalim gibi takdim edilmektedir.
Bu algı ve adlandırma aslında gizil öğrenme bağlamında insan ile doğayı iki zıt taraf (düalizm) olarak sunmaya gayret eden eğitim sistemleri, doğa ile insanın aslında bir bütün (dualite) olduğunu, birbirinin zıttı veya düşmanı olmadığını, insanın da doğanın bir parçası olduğu gerçeğine odaklanmaktan kaçınmaktadırlar. Kadının fendi erkeği yendi tarzında yaklaşımla insanın fendi doğayı yenmelidir yaklaşımı öne çıkarılmaktadır. Bu süreçte yer alan ikili yarım aslında antik Yunan felsefesinde izlenen seyirle ortaya çıkmaktadır. Bilimleri Doğal Bilimler (Natural Sciences) ve Beşerî Bilimler (Humanities) olarak iki ayrı bölüme ayıran o dönemin düşünürleri aslında daha sonra meydana gelecek olan bir kavganın fitilini de ateşlemişlerdir. Doğal Bilimlerin tek geçerli bilim olduğunu, insanın duyuları ile tespit edebildiği nesnelerin ancak gerçek olarak ele alınabileceğini kabul eden Gerçekçilik (Realizm) ile, aklı ile zihninde oluşturduğu kavramların ve fikirlerin gerçek olarak kabul edilebileceğini kabul eden Ülkücülük (İdealizm) birbirinin alternatifi olarak takdim edilmiştir. Buna bağlı olarak süreç içinde Fen Bilimleri olarak adlandırılan Doğa Bilimleri temsilcileri, Sosyal Bilimleri bilim olarak dikkate almak istememişlerdir. Ancak önceki yüzyılın başlarında sosyal bilimler tedrici olarak bilim olarak kabul edilmeye başlanmıştır.