Eğitim tarihimizde Medrese yerine yeni bir yükseköğretim kurumu oluşturulması gereği düşüncesi ondokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar geri gitmektedir. Bu fikir, 1845 yılında Sultan Abdülmecid zamanında ortaya çıkmıştır. Batı’da meydana gelen bilimsel gelişmeler bu düşünceyi girişime dönüştürmüştür. Böyle bir kuruma medreseden farklılığı belirgin olması için Fen Evleri anlamına gelen Dârü’l-fünûn adı verilmesi uygun bulunmuştur. Nihayet 1846 yılında faaliyetlerine başlayan Meclis-i Maârif-i Umûmiyye, dârülfünun kurulması yolunda ilk adımı atmıştır. Ancak, bu kurum için 13 Ocak 1863’te bir açılış programı yapılabilmiştir. Bu dönemde düzenli bir öğretim gerçekleştirilememiştir. Nihayet, 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile açılması düşünülen Darülfünun, 20 Şubat 1870’te Darülfünûn-ı Osmanî adıyla resmen faaliyete başlamıştır. 15 Ağustos 1900’de Darülfünûn-ı Şahane adını alan üniversitede Edebiyat Bölümü 25 öğrenci ile eğitime başlamıştır. 1911 yılında İstanbul Darülfünunu ismini almıştır.
1918-1923 Millî Mücadele yıllarında dârülfünun da ciddi sıkıntılar yaşamıştır. Yabancı hocalar ülkelerine döndüler, bütçe tasarrufları sebebiyle kiralanan binalar boşaltıldı vs. 1919 yılında İstanbul Dârülfünunu bir düzenleme ile Osmanlı Dârülfünunu adıyla yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır. 11 Ekim 1919 tarihli bu nizamnâmede dârülfünun ilmi muhtariyet elde etti. Dârülfünuna yönetici olarak da müderrislerin seçtiği bir Dârülfünun Emini getirildi. Aynı düzenlemede devre-i dersiyye adı verilen sömestr usulü uygulanmaya başlandı. Türkiye Cumhuriyeti kuruluncaya kadar dârülfünun bu şekilde eğitimine devam etti. Lozan Antlaşması’ndan sonra bugün İstanbul Üniversitesi merkez binası olan Harbiye Nezâreti binası dârülfünuna tahsis edildi. 1 Nisan 1924’te Türkiye Büyük Millet Meclisi dârülfünuna tüzel kişilik tanıdı ve katma bütçe ile idare edilmesine karar verdi.
Dârülfünunun yeniden düzenlenmesi amacıyla incelemede bulunması için 1930 yılında Cenevre Üniversitesi pedagoji profesörü Albert Malche (1876-1956) İstanbul’a davet edildi. İncelemesine 18.02.1932 tarihinde başlayan Albert Malche, Darülfünuna bağlı bütün yapıları, İstanbul’daki diğer yüksekokulları, bazı hastaneleri ve belli başlı liseleri inceledi. Hocalar, öğrenciler ve idari personelle görüşmeler de yapan Albert Malche raporunu 29.05.1932’de tamamladı.
Bu raporun tesliminden sonra hükümetin 5 Mayıs 1933 tarihli toplantısında, dârülfünunun kapatılarak yerine yeni esaslara göre İstanbul Üniversitesi’nin kurulması kararlaştırılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 31 Mayıs 1933 tarihli oturumunda dârülfünun ve bağlı kuruluşların lağvedilmesine karar vermiş ve Maarif Vekâletini 1 Ağustos’tan itibaren İstanbul Üniversitesi’ni kurmakla görevlendirilmiştir. 1 Ağustos 1933'te yeni bir kadro ve yapı ile İstanbul Üniversitesi açılmıştır.
Yusuf Hikmet Bey’in 27.10.1933 tarihinde Maarif Vekilliği görevine asaleten atanması ile birlikte Albert Malche tarafından hazırlanan raporda yer alan öneriler doğrultusunda bu yazının konusu olan yapısal değişiklikler yapılmıştır.
- Darülfünun yerine Üniversite kullanılmıştır.
- Üniversite Emini yerine Rektör kullanılmıştır.
- Fakülte Reisi yerine Dekan kullanılmıştır.
- Profesör Muavini yerine Doçent kullanılmıştır.
- Öğretim üyeleri, Ordinaryüs, Profesör ve Doçent olarak üç gruptan oluşmaktadır.
Üniversite
Üniversite terimi etimolojik olarak öğretmenler ve akademisyenler topluluğu anlamına gelen Latince universitas magistrorum et alimium ifadesinden gelmektedir. Birlik, sendika, loca gibi anlamlara da gelen bu terim eğitim-öğretim ile ilgili olarak ise 12. yüzyılda Bologna ve Paris'te öğrenci ve öğretim üyelerinin haklarını korumak üzere kurulan birliklere verilen ad olarak kullanılmıştır. Sonuçta, hocalar ve öğrencilerin oluşturduğu bir birlik ve dayanışma temeline dayanmaktadır. Dini bir kullanım alanı yoktur.
Rektör
Rektör (Rector) ise tamamen dini bir hiyerarşiyi temsil etmektedir. Rektör aslında Protestan Piskoposluk Kilisesi'ndeki bir cemaatten sorumlu din adamı olan papazdır. Roma Katolik Kilisesinde ise bir kolejden, dini evden veya cemaatten sorumlu bir din adamı veya papazdır. Etimolojik olarak Rektör Latince hükümdar, vali, yönetici, rehber anlamına gelen rect-'den, ve yönetmek, rehberlik etmek anlamına gelen regere fiilinden gelmektedir. Romalı yöneticiler ve Tanrı için bu terim kullanılmıştır.
Dekan
Dekan (Deacon) ise hiyerarşik kiliselerde bir rahibin hemen altında yer alan din adamıdır. Kilisede çeşitli dini görevlere sahip atanmış veya seçilmiş kişidir. Her iki durumda da Dekan, papaz yardımcısı veya yardımcı papaz anlamına gelmektedir. Etimolojik olarak Dekan, Eski Yunancada 10 anlamına gelen Deka ile ilişkilidir. 14. yüzyılın başlarında, dini bir unvan olarak on kişilik bir grubun başı iken, Erken Latince'de decanus ile ilişkilidir. Decanus, bir manastırdaki 10 keşişten oluşan bir grubun başı olarak geçmiştir. Orta Çağ İngilizcesinde ise Dekan, İncil'i ilahi ibadetle okuyan kişi, bir rahibin veya başka bir din adamının yardımcılarından biri olarak geçmektedir.
Doçent
Doçent (Docent) terimi ise 1630 yıllarında Latince göstermek, öğretmek, bilmesini sağlamak anlamına gelen docere fiilinden gelmektedir.
Öyle ise;
Günümüzde kullanılan Üniversite, Rektör, Dekan, Ordinaryüs, Profesör ve Doçent terimleri, Dârülfünunun yeniden düzenlenmesi amacıyla incelemede bulunması için 1930 yılında davet edilen İsviçreli pedagog, siyasetçi ve Cenevre Üniversitesi'nde profesör olan Musevi Albert Malche (1876-1956) tarafından hazırlanan raporda yer alan öneriler doğrultusunda uygulamaya konulmuştur. Batı din ve kültür tarihi içinde değerli ve saygın yere sahip Üniversite, Rektör, Dekan gibi yükseköğretim sistemimizde yerleşmiş olan idari ve akademik unvanların tarihi ve kültürel arka planını bilmek önem arz etmektedir.
Türkiye Yüzyılı Vizyonu dahilinde bu terimlerin gözden geçirilmesi ve yerine Türk kültürü ve tarihinde karşılığı olanların tadilat görmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Bu tadilatın yapılması, kendilerinde kültür ve tarih hassasiyeti yüksek olan ve unvanlarının Papaz ve Papaz Yardımcısı ile ilişkili görmek istemeyen rektörlerimiz ve dekanlarımıza da bir ruhsal ve zihinsel rahatlama getirecektir.
Yerli ve Milli olmak hedefine uygun olarak bu terimlerin de yerli ve milli olması için adım atılması gerekir. Aksi takdirde sadece teknoloji alanında yerli ve milli olmak sonuç getirmez. İşe sosyal alandan başlamak daha etkili ve tutarlı sonuçlar verecektir.