Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Akay ERDEMLİ
Köşe Yazarı
Akay ERDEMLİ
 

Ülkücülük (İdealizm) ve Gerçekçilik (Realizm) OUT, Çıkarcılık (Pragmatizm) IN

Önceki yüzyılda olan olayların Ülkücülük (İdealizm) veya Gerçekçilik (Realizm) bakış açısı ile açıklamak mümkün iken içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bu bakış açıları artık geleneksel olarak nitelendirilmektedir. Artık onlar yerini Çıkarcılığa (Pragmatizm) bırakmıştır. Bu geleneksel bakış açılarının gerek düalizm gerekse düalite oluşturarak olayları açıklama çabası amaçlı ve planlı olarak Pragmatizm ile etkisiz hale getirilmiştir. Artık, Ülkücülük (idealizm) ve Gerçekçilik (Realizm) OUT, Çıkarcılık (Pragmatizm) IN olmuştur. İnsanın ve doğanın varlığının başlangıcı konusunda net bir bilgi olmamasına rağmen insanın hem kendini hem de doğayı anlamaya çaba gösterdiği açıktır. Ayrıca, insanın insanı ve varlığını anlaması, doğanın varlığı ve doğada olup bitenler üzerine kafa yorması süregelen bir zihinsel çabadır. Bu nedenle düşünceler insan ve doğa ilişkisi temeline dayalı olarak temellendirmiştir. Tarihsel açıdan bakılırsa, eski Yunan filozofu Sokrates'ten önceki dönemde de doğa üzerinde durulmuş, doğa ve doğa olaylarını anlamak üzere açıklamalar yapılmıştır. Bu dönemde doğa olayları çoğunlukla doğa üstü güçlerle ilişkilendirilerek açıklanma yoluna gitti. Ancak, Sokrates ile birlikte insan üzerinde durulmaya bağlandı. İnsanın ne olduğu, insanı diğer canlılardan ayıran özellikleri, insanı insan yapan şeyin ne olduğu gibi konular tartışma konusu yapıldı. Bu bağlamda insan ve insanı insan yapan akıl, zihin, zihnin işleyişi ve akıl yürütme gibi insana özgü olduğu değerlendirilen konuları anlamak önemli hale geldi. Bu dönemde Madde-Form ikiliği gibi Ruh-Beden ikilisi insan üzerinden yapılan açıklamalara temel oluşturmuştur. İnsanı gerçek yapan şey beden midir yoksa ruh mudur? Sokrates ve Platon gibi filozofların açıklamaları ruh gerçekliği üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde Ruh terimi insan zihnini ve aklını temsil ediyordu. İnsan varlığının gerçeği ruh olarak görüldü. Bedenin değişime uğraması ve sonunda yok olması onun gerçek olarak görülmesini engelledi. Daimî ve değişmez olan gerçek olacağına göre insan bedeninin gerçek olması mümkün değildi. İnsan ruhu ise insanın zihninde olup bitenler ile ilgili idi. Zihinde olup bitenler fikirler, inançlar, ilkeler, kavramlar gibi beş duyu ile tespit edilmesi mümkün olmayan kavramlar olduğu için ruhani veya manevi olarak değerlendirildi. İnsan zihninde değişmeyen, yok olmayan ve daimî olan, oluşan bu kavramlar gerçek olarak görüldü. Bu düşünce biçimi öznellik (sübjektivite) ve bu bağlamda da birey olarak insan zihninin önemi üzerinde durmaktadır. Ancak, düşünme veya akıl yürütmenin bir yöntemi olması gerektiğini savunan ve yöntembilim (metodoloji) kurucusu kabul edilen Aristoteles tarafından geliştirilen düşünme biçiminde ise Beden-Ruh ikiliği yerini Madde-Form ikiliğine bıraktı. Bu düşünme biçimine göre Madde, şeylerin insan zihni tarafından ayırt edilemeyen, yapıdan ve belirlemeden yoksun, bilinemez bileşenlerden oluşmaktadır. Form ise insan zihni tarafından bilinebilen, yani tasvir edilebilen, tanımlanabilen, sınıflanabilen, başkalarına aktarılabilen, bir başka deyişler beş duyu ile tespit edilebilen, başkasına aktarıldığında da özelliği değişmeyen nesnel (objektif) olanlar gerçek olarak kabul edilmektedir. Gerçekçilik (realizm) olarak adlandırılan bu düşünme biçimi Form gerçeğinden hareketle daha sonraki dönemlerde Maddecilik (materyalizm) gibi politik felsefe ve fizik, kimya, astronomi, biyoloji gibi doğa bilimleri ve matematik, cebir, geometri gibi disiplinlerin temelini oluşturmuştur. Aslında, günümüzde disiplinler olarak bilinen bilim ve düşünce alanları, insanlar tarafından ve yine insanlar ile doğa veya doğada olup bitenler temel alınarak oluşturulmuştur. Buna karşın, insan ve doğanın ötesinde olup biten şeyler var mı sorusu yerini korumayan devam etmektedir. Bu bağlamda din veya teoloji devreye girmektedir. Aslında bu alanları da insan zihninden bağımsız alanlar olarak ele almak yanlış olur. Ancak, insanla ve doğa ile ilgili konuları sadece inanç, din, Tanrı, kader gibi kavramlarla açıklamak insanlık tarihinde kırılmalar neden olmuştur. Hatta dini temsil eden din adamları sınıfı oluşmuş ve Batı düşünce ve politik tarihinde uzun süre belirleyici güç olmuştur. Tanrı, ruh, kader, günah, sevap gibi kavramlar bu gücün baskın hale helmesinde etkin olarak kullanılmıştır. Uzun süren bu baskı sonuç olarak din sınıfından olmayan insanlar veya laik insanlar ortaya çıkmıştır. Sonuçta din sınıfının egemenliği resmen sona ermiş ve din işleri ile devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Bir başka ifade ile artık din sınıfının kullandığı kavramlar yerini doğa bilimlerinin kavramlarına bırakmıştır. Sonuçta sadece duyularla elde edilen verileri doğru kabul eden pozitivist anlayış güçlenmiş ve kendine uygun disiplinleri pozitif bilimler olarak uhdesine almıştır. Özellikle Rönesans ile birlikte pozitif bilimlerin öne çıkması ile fen ve teknolojide ilerlemeye yol açması, bu ilerlemenin de zenginlik getirmesi fen bilimlerini adeta izlenecek tek yol haline getirmiştir. Ülkemiz de bu hareketten payını almıştır. Marksizm ile birlikte gelen Pratiklik vurgusu, eylem ve değişim ile birlikte Devrim kavramını ortaya çıkarmıştır. Tek Yol Devrim sloganı da o dönemde ülkemizde yaygın olarak kullanılmıştır. Bu temellere dayanan bir politik felsefenin ve uygulamanın ülkeyi ileriye götüreceği düşüncesi ilericilik olarak isimlendirilmiştir. Aslına bakılırsa köken olarak Gerçekçiliğe (Realizm) kadar geri giden bu düşünce eyleme dönüşmüş ve politik bir uygulama haline gelmiştir. Buna karşın İlericiler karşılarındakileri Gericiler olarak görmüşler ve onların eylem ve devrim yoluyla etkisiz hale getirilmesini gerekli görmüşlerdir. Kendilerini Gerici yerine Milliyetçi ve Muhafazakâr olarak görenler kendileri için biçilen bu isimlendirmeyi kabul etmemişlerdir. Düşünce olarak ele alınırsa, kendilerini İlerici, Solcu veya Devrimci olarak görenler, aslında düşünce kökenlerini pozitivist bakış açısından ve realizmden almışlardır. Kendilerini İlerici, Solcu veya Devrimci olarak görenlerin gericiler olarak kategorize ettikleri insanların kendilerini ve davranışlarını açıklarken kullandıkları kavramlara bakılırsa bu kavramların idealizm (ülkücülük) düşüncesinde temellenen kavramlar olduğu görülmektedir. Kendilerini Milliyetçi ve Muhafazakâr olarak nitelendiren bu insanların düşünce dünyasında ağırlıklı olarak fizikötesi (metafizik) kavramlar yer almaktadır. Din, tarih, kahramanlık, vatanseverlik, milliyet (milliyetçilik) gibi soyut kavramlar değişmez ve değiştirilemez sabit kavramlar olarak kabul edilmektedir. Genel ifade ile manevi değerlere vurgu yapan ve bunların muhafaza edilmesi gerektiğini savunan Milliyetçiler, Muhafazakârlar veya Sağcılar ile bu kavramların toplumun ilerlemesi ve zenginleşmesine bir katkısı olmayacağını, tam aksine bu kavramların muhafaza edilmesinin değişimi engelleyeceğini savunan Devrimciler, İlericiler veya Solcular büyük ölçüde toplumun ideolojik tanrım ve yapısını oluşturmuştur. Ancak, Çıkarcılık (Pragmatizm) birbiri ile uzun süredir fikir ve eylem temelinde mücadele eden bu iki politik düşünce ve tutumu hızlı biçimde ortadan kaldırmıştır. 21. yüzyıla girildiğinde kişisel, toplumsal, ulusal ve uluslararası çıkarların tek belirleyici haline geldiği görülmektedir. Artık çıkarlar günlük ve sosyal hayatta bazan açık olarak bazan da örtük olarak geçerli değer ve ölçüt haline gelmiştir.
Ekleme Tarihi: 09 Kasım 2024 - Cumartesi
Akay ERDEMLİ

Ülkücülük (İdealizm) ve Gerçekçilik (Realizm) OUT, Çıkarcılık (Pragmatizm) IN

Önceki yüzyılda olan olayların Ülkücülük (İdealizm) veya Gerçekçilik (Realizm) bakış açısı ile açıklamak mümkün iken içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bu bakış açıları artık geleneksel olarak nitelendirilmektedir. Artık onlar yerini Çıkarcılığa (Pragmatizm) bırakmıştır. Bu geleneksel bakış açılarının gerek düalizm gerekse düalite oluşturarak olayları açıklama çabası amaçlı ve planlı olarak Pragmatizm ile etkisiz hale getirilmiştir. Artık, Ülkücülük (idealizm) ve Gerçekçilik (Realizm) OUT, Çıkarcılık (Pragmatizm) IN olmuştur.

İnsanın ve doğanın varlığının başlangıcı konusunda net bir bilgi olmamasına rağmen insanın hem kendini hem de doğayı anlamaya çaba gösterdiği açıktır. Ayrıca, insanın insanı ve varlığını anlaması, doğanın varlığı ve doğada olup bitenler üzerine kafa yorması süregelen bir zihinsel çabadır. Bu nedenle düşünceler insan ve doğa ilişkisi temeline dayalı olarak temellendirmiştir. Tarihsel açıdan bakılırsa, eski Yunan filozofu Sokrates'ten önceki dönemde de doğa üzerinde durulmuş, doğa ve doğa olaylarını anlamak üzere açıklamalar yapılmıştır. Bu dönemde doğa olayları çoğunlukla doğa üstü güçlerle ilişkilendirilerek açıklanma yoluna gitti. Ancak, Sokrates ile birlikte insan üzerinde durulmaya bağlandı. İnsanın ne olduğu, insanı diğer canlılardan ayıran özellikleri, insanı insan yapan şeyin ne olduğu gibi konular tartışma konusu yapıldı. Bu bağlamda insan ve insanı insan yapan akıl, zihin, zihnin işleyişi ve akıl yürütme gibi insana özgü olduğu değerlendirilen konuları anlamak önemli hale geldi.

Bu dönemde Madde-Form ikiliği gibi Ruh-Beden ikilisi insan üzerinden yapılan açıklamalara temel oluşturmuştur. İnsanı gerçek yapan şey beden midir yoksa ruh mudur? Sokrates ve Platon gibi filozofların açıklamaları ruh gerçekliği üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde Ruh terimi insan zihnini ve aklını temsil ediyordu. İnsan varlığının gerçeği ruh olarak görüldü. Bedenin değişime uğraması ve sonunda yok olması onun gerçek olarak görülmesini engelledi. Daimî ve değişmez olan gerçek olacağına göre insan bedeninin gerçek olması mümkün değildi. İnsan ruhu ise insanın zihninde olup bitenler ile ilgili idi. Zihinde olup bitenler fikirler, inançlar, ilkeler, kavramlar gibi beş duyu ile tespit edilmesi mümkün olmayan kavramlar olduğu için ruhani veya manevi olarak değerlendirildi.

İnsan zihninde değişmeyen, yok olmayan ve daimî olan, oluşan bu kavramlar gerçek olarak görüldü. Bu düşünce biçimi öznellik (sübjektivite) ve bu bağlamda da birey olarak insan zihninin önemi üzerinde durmaktadır.

Ancak, düşünme veya akıl yürütmenin bir yöntemi olması gerektiğini savunan ve yöntembilim (metodoloji) kurucusu kabul edilen Aristoteles tarafından geliştirilen düşünme biçiminde ise Beden-Ruh ikiliği yerini Madde-Form ikiliğine bıraktı. Bu düşünme biçimine göre Madde, şeylerin insan zihni tarafından ayırt edilemeyen, yapıdan ve belirlemeden yoksun, bilinemez bileşenlerden oluşmaktadır. Form ise insan zihni tarafından bilinebilen, yani tasvir edilebilen, tanımlanabilen, sınıflanabilen, başkalarına aktarılabilen, bir başka deyişler beş duyu ile tespit edilebilen, başkasına aktarıldığında da özelliği değişmeyen nesnel (objektif) olanlar gerçek olarak kabul edilmektedir. Gerçekçilik (realizm) olarak adlandırılan bu düşünme biçimi Form gerçeğinden hareketle daha sonraki dönemlerde Maddecilik (materyalizm) gibi politik felsefe ve fizik, kimya, astronomi, biyoloji gibi doğa bilimleri ve matematik, cebir, geometri gibi disiplinlerin temelini oluşturmuştur.

Aslında, günümüzde disiplinler olarak bilinen bilim ve düşünce alanları, insanlar tarafından ve yine insanlar ile doğa veya doğada olup bitenler temel alınarak oluşturulmuştur. Buna karşın, insan ve doğanın ötesinde olup biten şeyler var mı sorusu yerini korumayan devam etmektedir. Bu bağlamda din veya teoloji devreye girmektedir. Aslında bu alanları da insan zihninden bağımsız alanlar olarak ele almak yanlış olur.

Ancak, insanla ve doğa ile ilgili konuları sadece inanç, din, Tanrı, kader gibi kavramlarla açıklamak insanlık tarihinde kırılmalar neden olmuştur. Hatta dini temsil eden din adamları sınıfı oluşmuş ve Batı düşünce ve politik tarihinde uzun süre belirleyici güç olmuştur. Tanrı, ruh, kader, günah, sevap gibi kavramlar bu gücün baskın hale helmesinde etkin olarak kullanılmıştır. Uzun süren bu baskı sonuç olarak din sınıfından olmayan insanlar veya laik insanlar ortaya çıkmıştır. Sonuçta din sınıfının egemenliği resmen sona ermiş ve din işleri ile devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Bir başka ifade ile artık din sınıfının kullandığı kavramlar yerini doğa bilimlerinin kavramlarına bırakmıştır. Sonuçta sadece duyularla elde edilen verileri doğru kabul eden pozitivist anlayış güçlenmiş ve kendine uygun disiplinleri pozitif bilimler olarak uhdesine almıştır. Özellikle Rönesans ile birlikte pozitif bilimlerin öne çıkması ile fen ve teknolojide ilerlemeye yol açması, bu ilerlemenin de zenginlik getirmesi fen bilimlerini adeta izlenecek tek yol haline getirmiştir. Ülkemiz de bu hareketten payını almıştır. Marksizm ile birlikte gelen Pratiklik vurgusu, eylem ve değişim ile birlikte Devrim kavramını ortaya çıkarmıştır. Tek Yol Devrim sloganı da o dönemde ülkemizde yaygın olarak kullanılmıştır. Bu temellere dayanan bir politik felsefenin ve uygulamanın ülkeyi ileriye götüreceği düşüncesi ilericilik olarak isimlendirilmiştir. Aslına bakılırsa köken olarak Gerçekçiliğe (Realizm) kadar geri giden bu düşünce eyleme dönüşmüş ve politik bir uygulama haline gelmiştir.

Buna karşın İlericiler karşılarındakileri Gericiler olarak görmüşler ve onların eylem ve devrim yoluyla etkisiz hale getirilmesini gerekli görmüşlerdir. Kendilerini Gerici yerine Milliyetçi ve Muhafazakâr olarak görenler kendileri için biçilen bu isimlendirmeyi kabul etmemişlerdir. Düşünce olarak ele alınırsa, kendilerini İlerici, Solcu veya Devrimci olarak görenler, aslında düşünce kökenlerini pozitivist bakış açısından ve realizmden almışlardır.

Kendilerini İlerici, Solcu veya Devrimci olarak görenlerin gericiler olarak kategorize ettikleri insanların kendilerini ve davranışlarını açıklarken kullandıkları kavramlara bakılırsa bu kavramların idealizm (ülkücülük) düşüncesinde temellenen kavramlar olduğu görülmektedir. Kendilerini Milliyetçi ve Muhafazakâr olarak nitelendiren bu insanların düşünce dünyasında ağırlıklı olarak fizikötesi (metafizik) kavramlar yer almaktadır. Din, tarih, kahramanlık, vatanseverlik, milliyet (milliyetçilik) gibi soyut kavramlar değişmez ve değiştirilemez sabit kavramlar olarak kabul edilmektedir.

Genel ifade ile manevi değerlere vurgu yapan ve bunların muhafaza edilmesi gerektiğini savunan Milliyetçiler, Muhafazakârlar veya Sağcılar ile bu kavramların toplumun ilerlemesi ve zenginleşmesine bir katkısı olmayacağını, tam aksine bu kavramların muhafaza edilmesinin değişimi engelleyeceğini savunan Devrimciler, İlericiler veya Solcular büyük ölçüde toplumun ideolojik tanrım ve yapısını oluşturmuştur. Ancak, Çıkarcılık (Pragmatizm) birbiri ile uzun süredir fikir ve eylem temelinde mücadele eden bu iki politik düşünce ve tutumu hızlı biçimde ortadan kaldırmıştır.

21. yüzyıla girildiğinde kişisel, toplumsal, ulusal ve uluslararası çıkarların tek belirleyici haline geldiği görülmektedir. Artık çıkarlar günlük ve sosyal hayatta bazan açık olarak bazan da örtük olarak geçerli değer ve ölçüt haline gelmiştir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve torostimes.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.