Hazırım, bir iğrenti nesnesi olmaktan bıktım. Ben de sizden nefret ediyorum.
Jean Genet, Hizmetçiler
Komiser Renan, geç saatlerde karakolda beklemeye yıllardır alışıktı. Henüz otuz iki yaşında olmasına rağmen, Beyoğlu gece hayatında ne dolaplar döner, hepsini bilirdi. Bilirdi, travestiler komşu kaldırımlarda birbiriyle atışırken bunun bir kavgaya dönüşeceğini. Tinerci çocuklar saat kaçta keser üniversite öğrencilerinin yolunu? Koluna şişe kırıkları saplanmış bir adam girdiğinde kapıdan, bu adamın Hacıhüsrev’den gelme olasılığı nedir? Yabancı bir turist girdiğindeyse, en azından, “Calm down, sit here” demesini bilirdi, İngilizce anlayan biri gelene kadar. Yeni yetmelerin zevk ve merakla birbirlerine bahsettikleri sokak araları, onun için öylesine uğranacak yerlerdi. Fakat bu sefer, yıllardan beri ilk defa bu kadar heyecanlanmıştı.
Yarım saat önce, ufak bir gece iki atıştırmacası için dışarıya çıkmıştı Renan. Seyyar kokoreççiden kestirdiği yarım ekmeği tıkınırken, Komiser Yardımcısı Akif’in telefonuyla başlamıştı her şey.
“Amirim, adamı bizim Seyfi yakalamış. Tabii, çocuk daha yeni, perişan olmuş. Doğruca evine git dedim ama bekleyeyim dedi. Yarın ona da bir iki gün izin yazarız.”
Bu sefer her zamanki serseri tiplerden biriyle uğraşmayacağı kesindi. Akif, telefonda olayı anlattıkça heyecanı daha da artmış, kokoreçten kalanı cebine tıkıştırıp paldır küldür karakola koşturmuştu. Ana giriş kapısının önüne vardığında, Seyfi’nin bir yandan ağladığını, bir yandan da üşümemek için bacaklarıyla yaylandığını görmüştü. Atanalı bir hafta olmuş zavallı Seyfi, aslen İngilizce öğretmenliği mezunuydu. Yedi yaşında çocuklara organların İngilizce karşılıklarını öğreteceği yerde, gecenin o saatinde kesilmiş organlarla muhatap olmuştu. Renan, binaya doğru yanından süzülüp geçerken birbirlerini görmediler bile.
On dakika sonra Renan, Akif’le bahçede sigara içiyordu.
“Üzerinden cüzdan falan çıkmış mı adamın?”
Renan, gözlerini Akif’ten ziyade göğe çevirmiş, sorularını bizzat tanrıya soruyor gibiydi.
“Amirim, bırakın cüzdanı bozuk para bile yok adamda. Öyle geziyormuş demek ki bu manyak. Nereden geldi, nasıl geldi ben de bilmiyorum.”
Renan karakol binasına girdiğinde Akif onu hemen yakalayıp bahçeye çıkarmış, durumu anlatmıştı. Saatine baktı Renan, iyi bir uykuyu hak etmeye daha çok zamanı vardı. Akif’le birlikte koridoru geçip, o sıralar tenha olan nezaret odasına yöneldiler. Merdivenlerden aşağıya inerlerken inleme ve kayış seslerini dinlediler. Vardıklarında, başka bir genç polis memuru olan Hüseyin hırpani giyimli, sakalı ağarmış bir adama sille tokat girişiyordu. Hüseyin’in tekmeleri altında büzülüp kalmış yaşlı adam, yerde sırtı onlara dönük uzanıyordu. Hüseyin, üstlerinin geldiğini görünce kendine çekidüzen verip kenara çekildi. Çoğunlukla yere, ara sıra da kaçamak bakışlarla amirlerine bakmaya başladı. Yaşlı adam da derin derin nefes alıp, sırtüstü pozisyona geçti.
Renan, adamın tipini dikkatlice inceledi. Daha önce buralarda hiç karşılaşmadığına emindi. Zayıf vücuduna bol gelen bir pantolon giyiyordu, dizleri yırtıktı. Kolsuz bir atletin üzerine gri, kalın bir palto giymişti. Boynundaki ve göğsündeki yer yer beliren kesik izleri, kolye olarak astığı jiletle uyuşuyordu. Çıplak sağ ayağında kangren vardı. İlk bakanda büyük bir acıma isteği barındıracak bu görüntü karşısında, Renan oldukça temkinli yaklaştı.
“Hüseyin, çuval nerede oğlum?”
“Getireyim amirim.”
Hüseyin, adamın buraya gelmeden önce taşıdığı büyükçe, kahverengi çuvalı getirip, Renan ve Akif’in önüne koydu. Renan çömelip, çuvalın içine göz gezdirdi. Çuval kesik ayaklarla doluydu. Elini içine sokup, içlerinden birini çıkardı. Bir an hiçbir şey düşünemeden bekledi Renan. Sonra küfrederek fırlattı elindeki ayağı yaşlı adama. Beton zeminde “Pat” diye bir ses çıkardı ayak. Yaşlı adamın hoşuna gitti bu ses, gülmeye başladı. Renan tam adamın yanına girip elini kana bulayacaktı ki Akif onu yakalayıp geri çekti.
“Aman durun amirim, ölüp kalacak adam elimizde! Sorgusu yapılmadı daha!”
Renan geri dönüp bir çember çizerek hızlı hızlı yürümeye başladı. Gördüğü dünyanın giderek daha da acayipliğe bulandığını hissetti. Yaşlı adamın suratı, etrafındaki tüm normal şeyleri yavaş yavaş soğuruyordu. Neden sonra durup, eliyle çuvalı göstererek Hüseyin’e sordu.
“Bunu niye yollamadınız analize Hüseyin?”
“A-amirim, çok yoğun dediler.”
“Ulan burada bir çuval dolusu kesilmiş ayak var! Ne yoğunluğundan bahsediyorsun sen!”
Hüseyin bir duvar dibinde küçüldü kaldı. Amir uzun uzun soluyarak sakinleşmeye çalıştı. Hüseyin’in gömüldüğü gölgelerden çıkması için Akif’in bir abi şefkatiyle omzundan tutup öne çekmesi gerekti.
“Oğlum peki hiçbir şey demedi mi bu adam?”
“Demedi valla. Dilsiz herhalde, hiç manalı bir şey çıkmadı ağzından.”
Hüseyin bunu derken, yaşlı adam uzandığı yerde başını çevirip, sağ tarafı kopup katlanmış dilini gösterdi Renan’a. Gülümsüyordu. Renan da dik dik baktı adama. Gözlerini ayırmadan Akif’e seslendi.
“Akif sen ofise dön, yukarıyla ilgilen. Biraz işim var benim bununla. Hüseyin, sen de bir eldiven falan hazırla. Çuvalın içinde ne var ne yok bir açıp bakalım.”
Akif ve Hüseyin yukarı çıktılar. Hüseyin geri dönene kadar Renan, yaşlı adam hakkında düşünüp durdu. Kendi kaşınmıştı. Yıllardır monoton geçip giden karakol günlerinde, artık ne dua ettiyse, talihsiz bir eğlence çıkarmıştı başına. Yaşlı adamın ne zamandır yıkanmamış vücudu, kesik ayaklardan bile daha kötü kokuyordu.
“Hüseyin, şu arkadaki masayı hazırla, bir bakalım ne varmış çuvalda.”
Hüseyin çuvalı kaldırıp masanın üzerine vurdu. Sonra devirip içindekileri masaya döktü. Bir yığın kesik ayak vardı ve hepsi sağ ayaktı. Hüseyin lastik eldivenleri eline geçirip ayakları incelemeye başladı. Ayaklarda bir çürüme belirtisi gözükmüyordu. Üstelik üzerlerinde verniklenmiş gibi, parlak bir tabaka vardı.
“Amirim, şuna bakın.”
Hüseyin ayaklardan birini Renan’a doğru uzattı. Aralarında parlamayan tek ayak buydu.
“Bunu yeni kesmiş herhalde, bakın hâlâ kan izleri var bunda.”
Renan ayağı eline alıp inceledi. Gerçekten de o gün kesilmiş gibiydi.
“Hüseyin, bundan bir şey çıkabilir. Sen bunu analize götür baksınlar. Bunun sahibinin cesedi bugün bir yerden çıkacak. O yüzden yoğunluk moğunluk demesinler, baksınlar buna.”
“Peki amirim.”
Hüseyin, ayağı bir torbaya yerleştirip hızla dışarıya çıktı. Nezarethanede sadece Renan ve yaşlı adam kalmıştı. Renan masanın ucundaki sandalyeye oturdu ve eldivenlerini çıkarmaya başladı. Yaşlı adama baktı. Adam, oturağa oturmuş hâlen dik dik Renan’a bakmaktaydı.
“Ne bakıyorsun lan? Şerefsiz!”
Yaşlı adamdan ses gelmedi. Renan’ın içine içine bakmaya devam ediyordu. Renan adama doğru ilerledi. “Hüseyin bunu döverken ne kadar haklıymış!” diye düşündü. “Bu cemiyet zararlısı meczubu…” Akif de ortalıkta olmadığına göre onu durduracak biri yoktu artık. Küfrederek, söylenerek adamın etrafında dönmeye başladı. Sonunda kendini tutamadı ve adamın yüzüne bir tokat savurdu. Tuhaf bir şekilde sessizliğini korumaya devam eden yaşlı adam, hızla elini cebine daldırıp bir cismi sıkıca tuttu.
İşte o an bir şey oldu. Renan’ın eli adamın yüzüne değdiğinde, Renan elinin aniden soğuduğunu hissetti. Önce parmaklarını sonra ise tüm kolunu oynatamamaya başladı. Koluna baktığında, kolunun çatlamış toprak gibi yarılmaya başladığını gördü. Sonra tüm vücudu kaskatı kaldı ve yere düştü Renan. Toprak gibi dağılıp parçalandı. Polis üniformasının içine doldurulmuş bir kum yığınına dönüştü. Yaşlı adam, vücutsuz kalmış Komiser Renan’ın sağ ayakkabısını eline aldı. Önce içindeki toprağı yere serpti. Sonra da elini içine sokup, komiserin sağlam kalabilmiş tek parçası olan sağ ayağını çıkardı. Kum yığınından komiserin pantolonunu sıyırıp çekti, cebini karıştırıp anahtarları aldı. Masaya yöneldi. Masaya yığılmış tüm ayakları hızlı hızlı tekrar çuvalın içine doldurdu. Son olarak komiserin ayağını da çuvala ekledi. Çuvalı sırtına alıp nezarethaneden çıktı. Holü hızlıca geçip kendini ana kapıdan dışarıya attı. Sonra da o sıralar çökmekte olan sisin de etkisiyle, kimseye belli etmeden karakoldan iki sokak kadar uzaklaşmayı başardı.
Nefes nefese kalmıştı. Elini ceketinin cebine attı. Ufak bir heykelcik vardı cebinde. Heykelciği öpüp cebine geri koydu. Bir Medusa heykeliydi bu. Sağ ayağı kırıktı.