Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Ömer KALAYCI
Köşe Yazarı
Ömer KALAYCI
 

Suriye’deki Yeni Durumun Türkiye’ye ve Bölgesel Güvenliğine Etkileri

Giriş Tunus’ta başlatılan Müslüman Kardeşlerin devlet yönetimlerine geçmesini sağlayan sözde Arap Baharı hareketleri, Suriye’de, başta BM ve pek çok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiş El Kaide uzantısı El Nusra içinden doğmuş HTŞ’nin büyük ölçüde ABD-İngiltere-İsrail-Fransa, kısmen de Türkiye desteği ile Esat rejimine son verilmesiyle sürmektedir. İdlib merkezli 27 Aralık 2024’de başlatılan HTŞ operasyonu, 11 gün içinde, arkasında Batılı istihbarat servisleri önünü açmış, İsrail ise, hem Esat rejimini hem de Suriye’deki İran güçlerini zayıflatarak ülkeden geri çekilmelerinde aktif rol oynamıştır. Ankara, Esad rejiminin yıkılmasından kendine ideolojik bir başarı görmüş ve bunu iç politika malzemesi olarak kullanmıştır. Ankara, Suriye’deki yeni durumda İran’ın yarattığı boşluğu Sünni eksende güçlendirerek doldurmak istemektedir. Bununla, sadece Suriye’nin geleceğiyle sınırlı kalmayı istememekte, asıl hedefinin Kudüs’e ulaşmak olduğunu iç politikaya yönelik mesajlarında yer vermektedir. Ne var ki, Ankara’nın, başta Suriye’de HTŞ yönetimini tek başına yönlendirmesi, ülkedeki iç ve dış düşmanlara rağmen sürdürmesi pek olası gözükmüyor. Kaldı ki, Ankara’nın, Fırat’ın doğusundaki bölücü terör örgütüne yönelik tavrı belliyken ve bu tavrını ABD çıkarlarına ters düştüğü için gerçekleştiremiyor ve mücadeleyi HTŞ’ye havale etmiş olması da düşündürücüdür. Çünkü HTŞ’nin şu durumda ne böyle bir isteği vardır ne de silahlı gücü yeterlidir.   Gelişmeler göstermektedir ki, Ankara’nın, Suriye’nin yeni durum ve geleceğinden kazançlı çıkma ihtimali, Fırat’ın doğusundaki SDG/PKK/YPG ile ABD askeri varlığı ile ilgili konu başlıkları 20 Ocak’ta görevi devralacak Trump’ın kararına kilitlenmiştir. Ne var ki Trump, ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı ile ilgili soruya, “Bu konuda yorum yapamayacağım çünkü bu askeri stratejinin bir parçası. Ancak bu durum Türkiye’yi ilgilendiriyor[1]” demiştir. Trump’ın açıklaması, Türkiye’yi ilgilendiren iki konuyu öne çıkarmıştır. Bunlardan birincisi, İsrail’in Suriye’de devam ettirdiği işgali perdelemek ve İsrail’in güvenliğine yönelik Ankara’nın atacağı adımı önlemek, İkincisi ise Suriye’deki SDG-YPG/PKK organizasyonunun ve bu kapsamdaki Kürt hareketinin, ülkenin yeni şekillenmesinde de yer almasını sağlamak ve bunun Türkiye tarafından bir şekilde kabullenilmesi için zemin oluşturmak olarak yorumlayabiliriz. Bu iki olasılık bölücü terör örgütünün silah bırakması karşılığında, Kürtlerin Suriye’de devletleşmesine ve Irak’taki de facto yapı ile bütünleşmesine kapı aralayacaktır. Ne var ki durum sadece bununla sınırlı kalmayacaktır. Ankara’nın, başından itibaren yanlış iliklenen Suriye politikası, Türkiye’nin, yeni durumda İçine girilen çıkmazın hem bölgesel güvenliğe hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk kimliği üzerine inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu ilkelerinin ve ulus devlet yapısının altının oyulması anlamına gelir. Bu bağlamda ileri sürülen bir yeni anayasa ile de devletin şekli amaçlanan istikamette değiştirilmek istenirken Türkiye; çok halklı, çok dilli bir federatif yapıya sürüklenmek istenecektir. Türkiye’nin Konumu Türkiye Cumhuriyeti devleti, yeryüzü karalarının merkez bölgesinin tam ortasında yer alan ulus devlettir. Türkiye, gerek merkeze yakın gerek merkezin içerisinde yer alan diğer bölgeler ile jeopolitik, jeokültürel, jeoekonomik, jeostratejik zeminde komşuluk ve ilişkilere sahiptir. Türkiye’nin konumu, çevresinde yer alan bölgeler ile ilgili olarak çeşitli sorunlara sahip olduğu görülmektedir. Bu haliyle, Türkiye’nin konumu, Türk devletinin genel olarak güvenlik sorunu ele alınırken, önceliğinin merkezi bölgeler ile olan bağlantılarına yer verilmesi gereklidir. Türkiye, kendisini çevreleyen bölgelere açılırken veya bu bölgelerde yaşanan gelişmelerden kaynaklanan bölgesel güvenlik sorunlarından bağımsız hareket edemez. Genel olarak her devlet, kendisini çevreleyen dış bölgeler ile kendi sınırları içerisinde yer alan iç bölgeler arasında kalan, kendine özgü bir siyasal konuma sahiptir. Türkiye, hem kendini çevreleyen büyük bölgelerin konumu ile hem de kendi sınırları içerisinde yer alan ülkelerin bir parçası durumunda olan küçük bölgelerin durumları ile karşı karşıyadır. Devletlerin güvenliği açısından ülkeleri çevreleyen iç ve dış bölgelerin yaratacağı sorunlar ve bunlar üzerinden gündeme getirdiği tehditler, devletlerin geleceği ve ülke yapılarının devamlılığı açılarından son derece önem taşımaktadır. Devletler, uluslararası politikanın ana aktörleri ve kamusal varlıklardır. Devletlerin sahip oldukları kamu düzenlerinin öncelikli olarak korunması ve zaman içinde de yenilenmesiyle güvenlik sorunları gerçekçi çözümlere kavuşturulmalıdır. Türkiye’nin Bölgesel Güvenliği Türkiye Cumhuriyeti, Avrasya coğrafyasının tam ortasında merkez ülke konumu ile varlığını sürdürmektedir. Türk devletinin yaşamakta olduğu gelişmeler iç ve dış bölgelerden kaynaklı sorunların öne çıktığı ve kamu düzeni açısından tehdit ve tehlikeler yarattığı görülmektedir. Türkiye’nin bölgesel güvenliği tüm boyutlarıyla ele alındığında, iç ve dış bölgelerden kaynaklanan tehdit ve tehlikelerin, çeşitli sorunlar yaratarak devletin birliğini ve bütünlüğünü sarstığı görülmektedir. Bölgelerin ve ülkelerin güvenliğini küresel, bölgesel gelişmeler ve güvenliğinden ayrı düşünemeyeceğimiz gibi uzak da tutmamız mümkün değildir. Soğuk Savaş sonrasında emperyalist emellerin sürdürülmesi için ileri sürülen küreselleşme sürecinde her ülke dışa açılarak dünyanın bütün ülkeleri ve bölgeleri ile yakın ilişkilere girerken, yeni gelişmelerin gündeme getirdiği farklı durumlar her ülke için eskisinden çok daha farklı sorunları beraberinde getirmiştir. Devletler, kendilerini içeriden ve dışarıdan çevreleyen bölgelerin yaratığı sorunlar ile boğuşurken, yeni dönemde küresel hegemonya mücadelesinin ortasında kalmışlardır. Yanı sıra bu hegemonya mücadelesine yeni aktörler de eklenerek emperyalist güçlerin yarattığı sorunlar da eklenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, kendisini çevreleyen bölgelerin hepsi ile karşı karşıya gelen ve resmen birbirinden uzaklıkları nedeniyle farklı jeopolitik kurumlara sahip olma aşamasındaki bölgelerin tek tek ele alınmaları, ülke güvenliği açısından zorunluluktur. Fransız siyaset bilimciler, Türkiye’nin merkezinde yer aldığı Orta Dünya’ya felaketler coğrafyası, İngilizler karanlıklar coğrafyası, Amerikalılar ise Avrasya Balkanları vermişlerdir. Avrasya Balkanları ismini veren Amerikalılar, merkezinde yer alan Türkiye’yi asıl hedef olarak görmektedirler. Dolayısıyla Avrasya Balkanları ismi verilirken de amaç; tıpkı Balkanlarda olduğu gibi küçük devletçikler ve topluluklar arasında büyük çekişmelerin ortaya çıkabileceği ve bu doğrultuda tüm anlaşmazlıkların terör ve çatışmalar üzerinden bölge için sıcak çatışma ortamlarının yaratılmasına giden yolun açılması üzerinde durulmuştur. Türkiye’nin Güvenlik ve Tehdit Algıları Türkiye’nin Batı sınırlarında yer alan Balkan ülkelerinin emperyalist müdahalelerden dolayı her zaman için eskisi gibi istikrarsızlık ortamı yaratması olasıdır. Çünkü Balkan ülkelerinin, yüzölçümü, nüfus ve askeri açıdan küçük, kendi aralarında tarihsel ve bölgesel rekabetle birlikte bölgesel yayılmacılıkları açısından büyük ve hegemonik çekişmelere yatkın olmaları Balkan Yarımadası Türkiye açısından hemen her dönem istikrarsızlık üretme merkezlerinden olmuştur. Türkiye’nin güvenliği açısından tehdit algılarından bir diğeri ise I. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’nin, II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin merkezi coğrafyamızda hegemonya yapılanması oluşturmaya çalışmalarıdır. Benzer şekilde Avrupa Birliği’nin lokomotif güçlerinden Almanya’nın, Avrasya bölgesinde bir hegemonya gücü oluşturmak için yöneldiği Doğu Politikası Türkiye’nin bölgesel güvenliğini tehdit etmektedir. Yanı sıra, küresel bir deniz gücü olamamasına karşın bir Akdeniz Birliği projesinden asla vazgeçmemiş Fransa’nın, Türkiye’nin 911 km ile komşusu olan Suriye’deki emelleri ve Suriye’deki yeni durumda, “Kürtlere sadık kalmaya devam edeceğiz” açıklaması[2], ülkemiz için bir tehdit ve hegemonya baskı aracı olarak öne çıkmaktadır. Keza Fransa’nın, “Paris Barış Konferansı”, Bedirhan Aşireti’nin “Fransa Hegemonyasında Kürdistan” projesinin olduğunu ve bu projeyi bu günlerde yeni seçilen Trump’a yeşil ışık yakan Macron tarafından, Suriye’de ABD ile beraber çalışabiliriz açıklaması[3] bir yeni tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’ye hegemonya baskı aracı yaratan ve Türkiye’nin bölgesel güvenliğini tehdit eden bir başka olay ise; Akdeniz’e kıyısı olan İtalya ve İspanya’nın denizci ülke olma eğilimlerini genişletmeye yönelik projeleridir. Bu ülkelere ait projeler, her ne kadar şu anda her iki ülke ile ilişkiler normal seviyede yürütülüyor ise de Türkiye’nin karşısına Akdeniz bölgesinde ikinci derece tehdit unsuru olarak yerini korumaya devam etmektedir. Akdeniz’in, tarih boyunca sıcak çatışma alanı olması ve üç kıtanın ortasında jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle küresel aktörler ve AB’nin bu bölgede hegemonya arayışı içinde rekabete girişmeleri sonucunda da sıcak çatışmalar donanmaların katıldığı savaşlara evrilmiştir. Özellikle AB’nin, uluslararası hukuka aykırı olarak GKRK’ni AB üyesi yapması, şimdilerde ABD ve İsrail’in askeri yığınak yapması da Türkiye’yi bölgesel anlamda tehdit eden bir başka tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Ekim 2023 Hamas saldırısının ardından İsrail’in, Hamas terör örgütü ve liderlerine yönelik operasyonları, Suriye’de İran güçleri Hizbullah ve diğerlerine yönelik askeri operasyonları dikkate alındığında İsrail’in Suriye’de oldukça önemli kazanımlar elde ettiği görülmektedir. İsrail, 27 Aralık 2024’de HTŞ’ye başlatılan harekâtın ardından Golan Bölgesi’ni, Hermon Dağı’nı da işgal ederek Şam’a yaklaşmıştır. Suriye’nin güneyindeki Hristiyan ve Dürzilerin desteğini alan İsrail, emin adımlarla ilerleyişi sürdürmektedir. Bu bağlamda Suriye’de yeni bir Sünni İslam şeriat devleti yönetimin adımları atılırken, ülkenin Batısına sıkışmış eski rejimden kalan Alevi azınlıklar, kuzeyde YPG/PKK kontrol bölgesi, güneyde Dürziler ve Hıristiyan azınlıklar ile İsrail işgalleri ve Tenef bölgesindeki Amerikan varlığı, doğuda tam kontrolün sağlanması gibi hususlar hem Suriye’nin geleceğini hem de Türkiye’ye yeni tehdit algısı bakımından oldukça önemlidir. Bir başka ayrıntı ise HTŞ’nin PKK/YPG ile mücadele isteğinin ve gücünün olmayışıdır. Bununla beraber HTŞ’nin kendi içinde hatta Türkiye’nin kurduğu SMO ile ilişkileri bile yeniden düzenlenmeyi bekliyor. Arkasına Türkiye’yi almış gözüken HTŞ, ABD’nin ve İsrail’in çıkarlarını gözetmeden ülkede istikrar sağlaması mümkün değil, aksi takdirde IŞİD yeniden canlandırılacaktır. Sonuç Yerine Küresel emperyalizme karşı devreye giren alternatif yapılanma olarak bölgeselleşme yeni dönem Türk dış politikası ve Türkiye’nin güvenliği açısından alternatif çözüm üretecek bir kavram olarak devreye sokulmuştur. Toplumsal yapıda iç dinamiklerini geliştirerek güçlendiren devletlerin, kendisini çevreleyen bölgelerden gelen/gelecek olan olumsuz gelişmeler karşısında tutum ve karşı koyuşları daha kolaylaşmaktadır. İç cephenin güçlü, dayanıklı, bir ve bütün olduğu devletler, bölgesel ya da küresel anlamda gelişen tehditler karşısında daha sağlam duruş gösterirler ve daha az hasar alırlar. Dolayısıyla iç dinamikleri ve iç cephe hattı güçlü ve birlik içinde olan ülkelerin küresel, bölgesel gelişmelerden doğacak sorunlara karşı bir ve bütünlük içerisinde olması kaçınılmazdır. Türkiye Cumhuriyeti, bir bütün olarak, kendisini çevreleyen bölgelerin hepsi ile karşı karşıya gelen, birbirinden uzaklıkları nedeniyle farklı jeopolitik konumlara sahip olma aşamasındaki bölgelerin ele alınmaları, ülke güvenliği açısından zorunluluklar göstermektedir. Siyasal yapılar açısından büyük değişikliklere gidebilecek gelişmelerin, bölgesel önlemlere gidilerek karşılanabilmesi veya sonraki aşamalarda farklı sonuçlar yaratılmasına gidebilecek önemli adımlar atılırken, devletlerin yıpranmalarına, açığa düşmelerine kamu düzeni açısından izin verilmemelidir. Ortadoğu bölgesi ve özellikle Suriye’de izlenen başından yanlış/taraflı dış politikanın Türkiye’nin başına nasıl çoraplar ördüğü görüldüğünde Akdeniz, Ege, Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, Hazar ve Türkistan bölge/coğrafyalarında ortaya çıkabilecek yeni gelişmelerin nasıl tehdit ve tehlikeler doğuracağını ve bunları hangi yeni tehdit ve tehlikeleri beraberinde getireceği henüz net olmamakla beraber yaşanılan süreç ilerisi için hiç de aydınlık görünmemektedir. Emperyalist aktörler, dünyayı, bölgeleri kendi çıkarlarına göre yeni bir yön vermeye kalkışmışlar; özellikle bölgesel sorunların çözümü noktasında kendi küresel çözümleri olan ülkelerin parçalanmasını, terör örgütlerinin siyasi meşru zemine çekilmesini, örgütleri aparat olarak kullanarak sivillerin yaşamlarının hiç edilmesini dayatmışlardır. Bunları çözüm diye dayatan emperyalistler, bölgesel, küresel çıkarlarını elde etmek uğruna her türlü kavramlar üzerinde oynayarak hukuki kılıflarına da uydurmuşlardır. Ortadoğu’da sıcak çatışmaların, terör örgütlerinin aparat olarak kullanılmasının altında yatan geniş ve zengin enerji kaynaklarının olduğu anlaşıldığında, hem Akdeniz’in hem Karadeniz’in yeni enerji alanları olarak dünyanın gündemine girdikleri görülmektedir. İsrail Fransa işbirliğinde yeni bir Levant yapılanmasını Doğu Akdeniz bölgesinde hayata geçirmek istemektedir. Karadeniz’de ise bir dönem sıklıkla dile getirilen Kanal İstanbul Projesi devreye sokulmuştu. NATO’nun Karadeniz’e gelmesi ve Karadeniz İşbirliği Örgütü’nün kurulması yeni bölgeselleşme oluşumları olarak Türkiye’nin kuzey bölgesinde farklı düzeylerde bölgeselleşmenin devreye girmiştir. Suriye’de bir yeni devlet ve Suriye halkının geleceği, ortak düşmanlar ve ortak amaç güden topluluklar arasında sıkışmış gibi görünse de kaybeden Suriye halkı olmuştur. Suriye emperyalizme yenik düşmüştür. Bu yenilgiden en çok Suriye halkı ile Türkiye başta demografik, ekonomik ve güvenlik olarak nasibini fazlasıyla almıştır. Suriye’de son durumun mutlak kazananı İsrail, Amerika, İngiltere, AB’dir. Suriye’nin kuzeyi terör örgütlerinin eline geçmiş sınır güvenliğini yitirmiş ve iç güvenliği tehlikeye düşen Türkiye de kaybetmiş görünmektedir. Devlet destekli terör örgütleri ve yabancı istihbarat servislerinin cirit attığı Ortadoğu bölgesindeki sorunların ve Türkiye’ye yansımalarının çözümü Ankara’nın Sünni-İslam ve Müslüman Kardeşler politikası ile çözüme kavuşamaz. Türkiye, gerek kendi güvenliğini gerek ise bölgesel güvenliği jeokültürel zeminde Türk’ün çıkarına yönelik sonuç bulacaktır. Ankara, bölgede gözü ve çıkarları olan emperyalistlerin stratejileri uğruna, ulus-devlet yapımızı ve ulusal değerlerimizi erozyona uğratarak Türkiye’yi kurucu değerlerinin dışına dönüştürülmesine asla izin vermemelidir. Kaynakça [1] Sözcü, Trump'tan akıl almaz gaf: 'Türkler ve Kürtler birbirlerinden nefret ediyor', (08 Ocak 2025). [2] EuroNews, Macron: 'Suriye'deki Kürtlere sadık kalmaya devam edeceğiz', 6 Ocak 2025. [3] EuroNews, adı geçen haber, 6 Ocak 2025.
Ekleme Tarihi: 15 Ocak 2025 - Çarşamba
Ömer KALAYCI

Suriye’deki Yeni Durumun Türkiye’ye ve Bölgesel Güvenliğine Etkileri

Giriş

Tunus’ta başlatılan Müslüman Kardeşlerin devlet yönetimlerine geçmesini sağlayan sözde Arap Baharı hareketleri, Suriye’de, başta BM ve pek çok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiş El Kaide uzantısı El Nusra içinden doğmuş HTŞ’nin büyük ölçüde ABD-İngiltere-İsrail-Fransa, kısmen de Türkiye desteği ile Esat rejimine son verilmesiyle sürmektedir.

İdlib merkezli 27 Aralık 2024’de başlatılan HTŞ operasyonu, 11 gün içinde, arkasında Batılı istihbarat servisleri önünü açmış, İsrail ise, hem Esat rejimini hem de Suriye’deki İran güçlerini zayıflatarak ülkeden geri çekilmelerinde aktif rol oynamıştır. Ankara, Esad rejiminin yıkılmasından kendine ideolojik bir başarı görmüş ve bunu iç politika malzemesi olarak kullanmıştır.

Ankara, Suriye’deki yeni durumda İran’ın yarattığı boşluğu Sünni eksende güçlendirerek doldurmak istemektedir. Bununla, sadece Suriye’nin geleceğiyle sınırlı kalmayı istememekte, asıl hedefinin Kudüs’e ulaşmak olduğunu iç politikaya yönelik mesajlarında yer vermektedir. Ne var ki, Ankara’nın, başta Suriye’de HTŞ yönetimini tek başına yönlendirmesi, ülkedeki iç ve dış düşmanlara rağmen sürdürmesi pek olası gözükmüyor. Kaldı ki, Ankara’nın, Fırat’ın doğusundaki bölücü terör örgütüne yönelik tavrı belliyken ve bu tavrını ABD çıkarlarına ters düştüğü için gerçekleştiremiyor ve mücadeleyi HTŞ’ye havale etmiş olması da düşündürücüdür. Çünkü HTŞ’nin şu durumda ne böyle bir isteği vardır ne de silahlı gücü yeterlidir.  

Gelişmeler göstermektedir ki, Ankara’nın, Suriye’nin yeni durum ve geleceğinden kazançlı çıkma ihtimali, Fırat’ın doğusundaki SDG/PKK/YPG ile ABD askeri varlığı ile ilgili konu başlıkları 20 Ocak’ta görevi devralacak Trump’ın kararına kilitlenmiştir. Ne var ki Trump, ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı ile ilgili soruya, “Bu konuda yorum yapamayacağım çünkü bu askeri stratejinin bir parçası. Ancak bu durum Türkiye’yi ilgilendiriyor[1]” demiştir. Trump’ın açıklaması, Türkiye’yi ilgilendiren iki konuyu öne çıkarmıştır. Bunlardan birincisi, İsrail’in Suriye’de devam ettirdiği işgali perdelemek ve İsrail’in güvenliğine yönelik Ankara’nın atacağı adımı önlemek, İkincisi ise Suriye’deki SDG-YPG/PKK organizasyonunun ve bu kapsamdaki Kürt hareketinin, ülkenin yeni şekillenmesinde de yer almasını sağlamak ve bunun Türkiye tarafından bir şekilde kabullenilmesi için zemin oluşturmak olarak yorumlayabiliriz. Bu iki olasılık bölücü terör örgütünün silah bırakması karşılığında, Kürtlerin Suriye’de devletleşmesine ve Irak’taki de facto yapı ile bütünleşmesine kapı aralayacaktır. Ne var ki durum sadece bununla sınırlı kalmayacaktır. Ankara’nın, başından itibaren yanlış iliklenen Suriye politikası, Türkiye’nin, yeni durumda İçine girilen çıkmazın hem bölgesel güvenliğe hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk kimliği üzerine inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu ilkelerinin ve ulus devlet yapısının altının oyulması anlamına gelir. Bu bağlamda ileri sürülen bir yeni anayasa ile de devletin şekli amaçlanan istikamette değiştirilmek istenirken Türkiye; çok halklı, çok dilli bir federatif yapıya sürüklenmek istenecektir.

Türkiye’nin Konumu

Türkiye Cumhuriyeti devleti, yeryüzü karalarının merkez bölgesinin tam ortasında yer alan ulus devlettir. Türkiye, gerek merkeze yakın gerek merkezin içerisinde yer alan diğer bölgeler ile jeopolitik, jeokültürel, jeoekonomik, jeostratejik zeminde komşuluk ve ilişkilere sahiptir.

Türkiye’nin konumu, çevresinde yer alan bölgeler ile ilgili olarak çeşitli sorunlara sahip olduğu görülmektedir. Bu haliyle, Türkiye’nin konumu, Türk devletinin genel olarak güvenlik sorunu ele alınırken, önceliğinin merkezi bölgeler ile olan bağlantılarına yer verilmesi gereklidir. Türkiye, kendisini çevreleyen bölgelere açılırken veya bu bölgelerde yaşanan gelişmelerden kaynaklanan bölgesel güvenlik sorunlarından bağımsız hareket edemez.

Genel olarak her devlet, kendisini çevreleyen dış bölgeler ile kendi sınırları içerisinde yer alan iç bölgeler arasında kalan, kendine özgü bir siyasal konuma sahiptir. Türkiye, hem kendini çevreleyen büyük bölgelerin konumu ile hem de kendi sınırları içerisinde yer alan ülkelerin bir parçası durumunda olan küçük bölgelerin durumları ile karşı karşıyadır.

Devletlerin güvenliği açısından ülkeleri çevreleyen iç ve dış bölgelerin yaratacağı sorunlar ve bunlar üzerinden gündeme getirdiği tehditler, devletlerin geleceği ve ülke yapılarının devamlılığı açılarından son derece önem taşımaktadır. Devletler, uluslararası politikanın ana aktörleri ve kamusal varlıklardır. Devletlerin sahip oldukları kamu düzenlerinin öncelikli olarak korunması ve zaman içinde de yenilenmesiyle güvenlik sorunları gerçekçi çözümlere kavuşturulmalıdır.

Türkiye’nin Bölgesel Güvenliği

Türkiye Cumhuriyeti, Avrasya coğrafyasının tam ortasında merkez ülke konumu ile varlığını sürdürmektedir. Türk devletinin yaşamakta olduğu gelişmeler iç ve dış bölgelerden kaynaklı sorunların öne çıktığı ve kamu düzeni açısından tehdit ve tehlikeler yarattığı görülmektedir. Türkiye’nin bölgesel güvenliği tüm boyutlarıyla ele alındığında, iç ve dış bölgelerden kaynaklanan tehdit ve tehlikelerin, çeşitli sorunlar yaratarak devletin birliğini ve bütünlüğünü sarstığı görülmektedir.

Bölgelerin ve ülkelerin güvenliğini küresel, bölgesel gelişmeler ve güvenliğinden ayrı düşünemeyeceğimiz gibi uzak da tutmamız mümkün değildir. Soğuk Savaş sonrasında emperyalist emellerin sürdürülmesi için ileri sürülen küreselleşme sürecinde her ülke dışa açılarak dünyanın bütün ülkeleri ve bölgeleri ile yakın ilişkilere girerken, yeni gelişmelerin gündeme getirdiği farklı durumlar her ülke için eskisinden çok daha farklı sorunları beraberinde getirmiştir. Devletler, kendilerini içeriden ve dışarıdan çevreleyen bölgelerin yaratığı sorunlar ile boğuşurken, yeni dönemde küresel hegemonya mücadelesinin ortasında kalmışlardır. Yanı sıra bu hegemonya mücadelesine yeni aktörler de eklenerek emperyalist güçlerin yarattığı sorunlar da eklenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti, kendisini çevreleyen bölgelerin hepsi ile karşı karşıya gelen ve resmen birbirinden uzaklıkları nedeniyle farklı jeopolitik kurumlara sahip olma aşamasındaki bölgelerin tek tek ele alınmaları, ülke güvenliği açısından zorunluluktur. Fransız siyaset bilimciler, Türkiye’nin merkezinde yer aldığı Orta Dünya’ya felaketler coğrafyası, İngilizler karanlıklar coğrafyası, Amerikalılar ise Avrasya Balkanları vermişlerdir. Avrasya Balkanları ismini veren Amerikalılar, merkezinde yer alan Türkiye’yi asıl hedef olarak görmektedirler. Dolayısıyla Avrasya Balkanları ismi verilirken de amaç; tıpkı Balkanlarda olduğu gibi küçük devletçikler ve topluluklar arasında büyük çekişmelerin ortaya çıkabileceği ve bu doğrultuda tüm anlaşmazlıkların terör ve çatışmalar üzerinden bölge için sıcak çatışma ortamlarının yaratılmasına giden yolun açılması üzerinde durulmuştur.

Türkiye’nin Güvenlik ve Tehdit Algıları

Türkiye’nin Batı sınırlarında yer alan Balkan ülkelerinin emperyalist müdahalelerden dolayı her zaman için eskisi gibi istikrarsızlık ortamı yaratması olasıdır. Çünkü Balkan ülkelerinin, yüzölçümü, nüfus ve askeri açıdan küçük, kendi aralarında tarihsel ve bölgesel rekabetle birlikte bölgesel yayılmacılıkları açısından büyük ve hegemonik çekişmelere yatkın olmaları Balkan Yarımadası Türkiye açısından hemen her dönem istikrarsızlık üretme merkezlerinden olmuştur.

Türkiye’nin güvenliği açısından tehdit algılarından bir diğeri ise I. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’nin, II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin merkezi coğrafyamızda hegemonya yapılanması oluşturmaya çalışmalarıdır. Benzer şekilde Avrupa Birliği’nin lokomotif güçlerinden Almanya’nın, Avrasya bölgesinde bir hegemonya gücü oluşturmak için yöneldiği Doğu Politikası Türkiye’nin bölgesel güvenliğini tehdit etmektedir. Yanı sıra, küresel bir deniz gücü olamamasına karşın bir Akdeniz Birliği projesinden asla vazgeçmemiş Fransa’nın, Türkiye’nin 911 km ile komşusu olan Suriye’deki emelleri ve Suriye’deki yeni durumda, “Kürtlere sadık kalmaya devam edeceğiz” açıklaması[2], ülkemiz için bir tehdit ve hegemonya baskı aracı olarak öne çıkmaktadır. Keza Fransa’nın, “Paris Barış Konferansı”, Bedirhan Aşireti’nin “Fransa Hegemonyasında Kürdistan” projesinin olduğunu ve bu projeyi bu günlerde yeni seçilen Trump’a yeşil ışık yakan Macron tarafından, Suriye’de ABD ile beraber çalışabiliriz açıklaması[3] bir yeni tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye’ye hegemonya baskı aracı yaratan ve Türkiye’nin bölgesel güvenliğini tehdit eden bir başka olay ise; Akdeniz’e kıyısı olan İtalya ve İspanya’nın denizci ülke olma eğilimlerini genişletmeye yönelik projeleridir. Bu ülkelere ait projeler, her ne kadar şu anda her iki ülke ile ilişkiler normal seviyede yürütülüyor ise de Türkiye’nin karşısına Akdeniz bölgesinde ikinci derece tehdit unsuru olarak yerini korumaya devam etmektedir.

Akdeniz’in, tarih boyunca sıcak çatışma alanı olması ve üç kıtanın ortasında jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle küresel aktörler ve AB’nin bu bölgede hegemonya arayışı içinde rekabete girişmeleri sonucunda da sıcak çatışmalar donanmaların katıldığı savaşlara evrilmiştir. Özellikle AB’nin, uluslararası hukuka aykırı olarak GKRK’ni AB üyesi yapması, şimdilerde ABD ve İsrail’in askeri yığınak yapması da Türkiye’yi bölgesel anlamda tehdit eden bir başka tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır.

7 Ekim 2023 Hamas saldırısının ardından İsrail’in, Hamas terör örgütü ve liderlerine yönelik operasyonları, Suriye’de İran güçleri Hizbullah ve diğerlerine yönelik askeri operasyonları dikkate alındığında İsrail’in Suriye’de oldukça önemli kazanımlar elde ettiği görülmektedir. İsrail, 27 Aralık 2024’de HTŞ’ye başlatılan harekâtın ardından Golan Bölgesi’ni, Hermon Dağı’nı da işgal ederek Şam’a yaklaşmıştır. Suriye’nin güneyindeki Hristiyan ve Dürzilerin desteğini alan İsrail, emin adımlarla ilerleyişi sürdürmektedir.

Bu bağlamda Suriye’de yeni bir Sünni İslam şeriat devleti yönetimin adımları atılırken, ülkenin Batısına sıkışmış eski rejimden kalan Alevi azınlıklar, kuzeyde YPG/PKK kontrol bölgesi, güneyde Dürziler ve Hıristiyan azınlıklar ile İsrail işgalleri ve Tenef bölgesindeki Amerikan varlığı, doğuda tam kontrolün sağlanması gibi hususlar hem Suriye’nin geleceğini hem de Türkiye’ye yeni tehdit algısı bakımından oldukça önemlidir. Bir başka ayrıntı ise HTŞ’nin PKK/YPG ile mücadele isteğinin ve gücünün olmayışıdır. Bununla beraber HTŞ’nin kendi içinde hatta Türkiye’nin kurduğu SMO ile ilişkileri bile yeniden düzenlenmeyi bekliyor. Arkasına Türkiye’yi almış gözüken HTŞ, ABD’nin ve İsrail’in çıkarlarını gözetmeden ülkede istikrar sağlaması mümkün değil, aksi takdirde IŞİD yeniden canlandırılacaktır.

Sonuç Yerine

Küresel emperyalizme karşı devreye giren alternatif yapılanma olarak bölgeselleşme yeni dönem Türk dış politikası ve Türkiye’nin güvenliği açısından alternatif çözüm üretecek bir kavram olarak devreye sokulmuştur.

Toplumsal yapıda iç dinamiklerini geliştirerek güçlendiren devletlerin, kendisini çevreleyen bölgelerden gelen/gelecek olan olumsuz gelişmeler karşısında tutum ve karşı koyuşları daha kolaylaşmaktadır. İç cephenin güçlü, dayanıklı, bir ve bütün olduğu devletler, bölgesel ya da küresel anlamda gelişen tehditler karşısında daha sağlam duruş gösterirler ve daha az hasar alırlar. Dolayısıyla iç dinamikleri ve iç cephe hattı güçlü ve birlik içinde olan ülkelerin küresel, bölgesel gelişmelerden doğacak sorunlara karşı bir ve bütünlük içerisinde olması kaçınılmazdır.

Türkiye Cumhuriyeti, bir bütün olarak, kendisini çevreleyen bölgelerin hepsi ile karşı karşıya gelen, birbirinden uzaklıkları nedeniyle farklı jeopolitik konumlara sahip olma aşamasındaki bölgelerin ele alınmaları, ülke güvenliği açısından zorunluluklar göstermektedir.

Siyasal yapılar açısından büyük değişikliklere gidebilecek gelişmelerin, bölgesel önlemlere gidilerek karşılanabilmesi veya sonraki aşamalarda farklı sonuçlar yaratılmasına gidebilecek önemli adımlar atılırken, devletlerin yıpranmalarına, açığa düşmelerine kamu düzeni açısından izin verilmemelidir.

Ortadoğu bölgesi ve özellikle Suriye’de izlenen başından yanlış/taraflı dış politikanın Türkiye’nin başına nasıl çoraplar ördüğü görüldüğünde Akdeniz, Ege, Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, Hazar ve Türkistan bölge/coğrafyalarında ortaya çıkabilecek yeni gelişmelerin nasıl tehdit ve tehlikeler doğuracağını ve bunları hangi yeni tehdit ve tehlikeleri beraberinde getireceği henüz net olmamakla beraber yaşanılan süreç ilerisi için hiç de aydınlık görünmemektedir.

Emperyalist aktörler, dünyayı, bölgeleri kendi çıkarlarına göre yeni bir yön vermeye kalkışmışlar; özellikle bölgesel sorunların çözümü noktasında kendi küresel çözümleri olan ülkelerin parçalanmasını, terör örgütlerinin siyasi meşru zemine çekilmesini, örgütleri aparat olarak kullanarak sivillerin yaşamlarının hiç edilmesini dayatmışlardır. Bunları çözüm diye dayatan emperyalistler, bölgesel, küresel çıkarlarını elde etmek uğruna her türlü kavramlar üzerinde oynayarak hukuki kılıflarına da uydurmuşlardır.

Ortadoğu’da sıcak çatışmaların, terör örgütlerinin aparat olarak kullanılmasının altında yatan geniş ve zengin enerji kaynaklarının olduğu anlaşıldığında, hem Akdeniz’in hem Karadeniz’in yeni enerji alanları olarak dünyanın gündemine girdikleri görülmektedir. İsrail Fransa işbirliğinde yeni bir Levant yapılanmasını Doğu Akdeniz bölgesinde hayata geçirmek istemektedir. Karadeniz’de ise bir dönem sıklıkla dile getirilen Kanal İstanbul Projesi devreye sokulmuştu. NATO’nun Karadeniz’e gelmesi ve Karadeniz İşbirliği Örgütü’nün kurulması yeni bölgeselleşme oluşumları olarak Türkiye’nin kuzey bölgesinde farklı düzeylerde bölgeselleşmenin devreye girmiştir.

Suriye’de bir yeni devlet ve Suriye halkının geleceği, ortak düşmanlar ve ortak amaç güden topluluklar arasında sıkışmış gibi görünse de kaybeden Suriye halkı olmuştur. Suriye emperyalizme yenik düşmüştür. Bu yenilgiden en çok Suriye halkı ile Türkiye başta demografik, ekonomik ve güvenlik olarak nasibini fazlasıyla almıştır. Suriye’de son durumun mutlak kazananı İsrail, Amerika, İngiltere, AB’dir. Suriye’nin kuzeyi terör örgütlerinin eline geçmiş sınır güvenliğini yitirmiş ve iç güvenliği tehlikeye düşen Türkiye de kaybetmiş görünmektedir.

Devlet destekli terör örgütleri ve yabancı istihbarat servislerinin cirit attığı Ortadoğu bölgesindeki sorunların ve Türkiye’ye yansımalarının çözümü Ankara’nın Sünni-İslam ve Müslüman Kardeşler politikası ile çözüme kavuşamaz. Türkiye, gerek kendi güvenliğini gerek ise bölgesel güvenliği jeokültürel zeminde Türk’ün çıkarına yönelik sonuç bulacaktır. Ankara, bölgede gözü ve çıkarları olan emperyalistlerin stratejileri uğruna, ulus-devlet yapımızı ve ulusal değerlerimizi erozyona uğratarak Türkiye’yi kurucu değerlerinin dışına dönüştürülmesine asla izin vermemelidir.

Kaynakça

[1] Sözcü, Trump'tan akıl almaz gaf: 'Türkler ve Kürtler birbirlerinden nefret ediyor', (08 Ocak 2025).

[2] EuroNews, Macron: 'Suriye'deki Kürtlere sadık kalmaya devam edeceğiz', 6 Ocak 2025.

[3] EuroNews, adı geçen haber, 6 Ocak 2025.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve torostimes.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.