Murat Ülker:“ İddialar yalan bu kanıtlanırsa kapısına kilit vurur piyasadan çekiliriz”
Murat Ülker:“ İddialar yalan bu kanıtlanırsa kapısına kilit vurur piyasadan çekiliriz”
Murat Ülker, kendisine ve şirketine yöneltilen 'Halk sağlığını tehdit eden ürünler üretiyor' iddialarını kesin bir dille yalanlarken, bu durumun kanıtlanması halinde tüm işlerinin kapısına kilit vuracağını ve piyasadan çekileceğini belirtti.
Murat Ülker, kendisine ve şirketine yöneltilen 'Halk sağlığını tehdit eden ürünler üretiyor' iddialarını kesin bir dille yalanlarken, bu durumun kanıtlanması halinde tüm işlerinin kapısına kilit vuracağını ve piyasadan çekileceğini belirtti.
Murat Ülker, kişisel bloğunda paylaştığı yazıda Ülker şirketine yöneltilen iddiaları yanıtladı. Yıldız Holding Yönetim Kurulu üyesi Murat Ülker, şirketleri tarafından üretilen gıdaların içerikleri, tehlikeleri ve zararlı olup olmadıklarına yönelik detaylı bir paylaşımda bulundu.
'KAPISINA KİLİT VURUR, PİYASADAN ÇEKİLİRİZ'
Sıklıkla sosyal medya aracılığıyla kendisine ve şirketine yöneltilen suçlamaları yanıtlayan Ülker, “Sadece şunu belirteyim, insanları hatta çocukları zehirlemeye yani öyle diyorlar, ne inancımız, ne ahlakımız ne de insanlığımız izin verir. Böyle kesin bir bilgi olsa o gün tüm işlerimizin kapısına kilit vurur, piyasadan çekilir, insanların mutluluğu için gereken neyse onu yaparız." ifadelerini kullandı.
'KATKI MADDELERİ KULLANMADAN ÜRETİM YAPMAK İMKANSIZ'
Ülker tarafından paylaşılan yazının dikkat çeken bölümleri şu şekilde:
"Modern gıda üretim ölçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, katkı maddelerinin olmadığı bir sistemi hayal etmek neredeyse imkansızdır. Katkı maddeleri en temel anlamda gıdaların raf ömrünü uzatır, tatlarını zenginleştirir ve dokusunu iyileştirir. Tarihsel pencereden baktığımızda, toplumun katkı maddelerine pek de yabancı olmadığını keşfetmek mümkün. Tuzlama ve kurutma gibi geleneksel yöntemler, çok uzun yıllar boyunca gıdaların korunmasına ve lezzetinin artırılmasına yardımcı olmuştur. Burada mesela tuz hem korunma hem de lezzet artırma için en çok kullanılan katkı maddesidir. Pek de masum değildir; aşırı kullanımı toplum sağlığını günümüzde olumsuz etkilemektedir. Keza mesela pastırmada güneş kurutmada etkili olup tuz ve çemen koruyucu olarak kullanılır.
Günümüzde katkı maddelerini doğal ve sentetik olmak üzere iki ana gruba ayırıyoruz. Doğal kaynaklardan elde edilen maddeler mesela sakarozdan yani pancar şekerinden yapılan sitrik asit, gıda güvenliğini sağlamak ve ürünlerin ömrünü uzatmak için kullanılırken, bazı sentetik bileşikler (Benzoat E210) de bu amaçla gıdalara eklenir. Önemli olan nokta neyin, nerede, ne kadar kullanıldığıdır. Mesela benzoat fazla kullanıldığında zararlıdır. Fakat soğuk etlere (şarküteri eti, füme et) koruyucu olarak eklenmektedir. Kullanılmadığı takdirde riski: ürünün ömrü fevkalade kısalması ve bozulması yüksek olasılığıdır ve tüketen için öldürücü olur. Mühim olan denetimdir.
Son yıllarda, tüketicilerin “doğal” ve “organik” ürünlere olan ilgisi arttı. Bu eğilim, gıda sektörünün üretim anlayışını değiştirmeye başladı. Birçok üretici, üretim ölçeğine bağlı olarak, katkı maddelerini daha dikkatli kullanmaya ve alternatif yöntemler geliştirmeye yöneliyor. Ama katkı maddelerinin tamamen ortadan kalkması mümkün değildir. Modern üretim süreçlerinin ve şehirlerarası tedarik zincirlerinin bu maddelere olan ihtiyacı devam edecektir.
Gıda Resmi Otoriteleri
Gıda güvenliğini sağlamak ve uluslararası düzeyde standartları uygulamak, küresel bir koordinasyonu gerektiren, oldukça önemli bir süreç. EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi) ve FDA (ABD Gıda ve İlaç İdaresi) gibi kuruluşlar, tüketicilerin sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimini sağlamak için sürekli olarak denetimler yapar. Türkiye’de bu görev, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülür. Hem yerel üretimi denetler hem de ithal edilen ürünlerin güvenli olmasını sağlar.
Bu otoriteler gıdaların içerdiği pestisit ve ağır metal kalıntılarının sınırlarını, mikrobiyolojik riskleri ve genetik modifikasyonlar gibi birçok alanı denetler. Gıda güvenliğinin yalnızca laboratuvar analizleri ile sınırlı olduğunu sanmak, oldukça kısıtlayıcı olur. Küresel ticaretin hızla arttığı günümüzde, sahteciliği, etik olmayan uygulamaları ve yanıltıcı etiketleri, taklit gibi birçok benzer hususu da kontrol etmek bu otoritelerin görevidir.
Gıda Kodeksi
Gıda kodeksi, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde gıda üretimini ve ticaretini düzenleyen kapsamlı bir kural setidir. Codex Alimentarius gibi uluslararası standartlar, ülkeler arasında ticareti kolaylaştırırken tüketici sağlığını koruma amacı taşır. Avrupa’da, katkı maddeleri genellikle “e-numara” şeklinde tanımlanır. Bu Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) tarafından onaylanan ve Codex Alimentarius’a uygun olarak belirlenen katkı maddelerini tanımlar. Örneğin, e-100 numarası, belirli bir renklendiriciyi ifade eder, katkı maddelerinin Avrupa’daki standartlara uygunluğunu gösterir. Türkiye’de de benzer şekilde katkı maddeleri düzenlenmiş olmakla birlikte, kullanılan sınıflama farklı olabilir, ancak genel hedef, tüketici sağlığını korumaktır. Bu alandaki tüm çalışmalar Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından denetlenir.
Kodeks yalnızca teknik bir rehber değil, aynı zamanda tüketicilerin doğru bilgilendirilmesini sağlayan bir sistemdir. Örneğin, bir ürünün “glutensiz” olarak etiketlenebilmesi için, gluten içeriğinin belirli bir sınırın altında olması gerekir. Bu tür düzenlemeler gıda hassasiyeti olan bireyler için güvenli tüketim imkanı sunar, üreticilerin içeriğinin şeffaf bir şekilde herkes tarafından bilinmesini sağlar, sistemi geçerli, güvenilir ve sürdürülebilir kılar. Bugün, günümüz gıda sisteminin popüler kavramlarını, ne anlama geldiklerini ve nasıl işlediklerini biliyoruz. Ancak bu kavramların hayatımıza nasıl girdiğini ve neden var olduklarını daha net bir şekilde anlayabilmek için, gıda kavramının ve endüstrisinin gelişimini derinlemesine incelemek gerek.
Gıdanın Tarihsel Bağlamı ve Gelişimi
İnsanlık tarihinin en temel ihtiyaçlarından biri olan gıda, biyolojik bir zorunluluk olduğu kadar sosyal hayatın da dönüşümünde tayin edici bir güç olmuştur. Gıda ihtiyacımızın giderilmesi için var edilen sistemlerin tarihsel gelişimi, avcı-toplayıcı toplumların doğayla kurduğu ilişkiden, günümüzün karmaşık endüstriyel üretim süreçlerine kadar uzanır. Tarihin ilk dönemlerinde insanlar, çevrelerindeki doğal kaynaklardan faydalanarak hayatta kalmaya çalıştı. Avcılık ve toplayıcılık olarak adlandırılan bu dönemde, insan doğanın sunduğu her şeyi değerlendirdi. Yabani meyveler, kök bitkileri ve av hayvanları…
Ancak insanlar doğayı tanıdıkça, ona etki ederek faydalanmayı öğrendiler, öngörülebilir, düzenli bir hayat yaşamaya başladılar; artık hayatın bir tadı vardı. “Aman ağzımızın tadı bozulmasın“ deyimi galiba bu şekilde dilimize yerleşti. Yerleşik yaşamla birlikte tarım ve hayvancılık, insanların beslenmelerinin temeli oldu ve ellerindeki mahsul fazlasını trampa ederek beslenmelerini çeşitlendirdiler veya yeni öngördükleri ihtiyaçlarını giderdiler. Bu insanlık tarihindeki büyük kırılma noktalarından biridir. Zamanla teknolojik ve bilimsel gelişmeler, gıda üretimini ve sistemlerini daha verimli hale getirdi. 18. ve 19. yüzyıllarda tarım tekniklerinin gelişmesi, tarlalarda buharlı makinelerin kullanılmaya başlaması ve gübreleme yöntemlerinin keşfi, üretim kapasitesini artırdı. Bu şekilde refah arttı. Nüfus artışı ve çevresel sorunlar gibi çeşitli problemler ortaya çıktı.
Malthus’un Teorisi ve Taşıma Kapasitesi
Thomas Malthus, bu dönemde gıda üretiminin nüfus artışını desteklemekte yetersiz kalabileceğine dikkat çekerek, sürdürülebilirlik tartışmalarını başlattı. Gıda üretimi, insanlık tarihinin her döneminde nüfus artışıyla doğrudan ilişkili bir mesele olmuştur. 18. yüzyılda Thomas Malthus’un ortaya attığı teoriler, bu ilişkiye yeni bir boyut getirdi. Malthus, insan nüfusunun geometrik bir hızla artacağını, gıda üretiminin ise aritmetik bir hızla ilerleyeceğini öne sürerek taşıma kapasitesi kavramını gündeme taşıdı. Yani, o dönemin imkanları doğrultusunda işlenen doğal kaynakların belirli bir sınırı vardı. Bu sınır, “taşıma kapasitesi” olarak adlandırıyordu. Bu kapasite aşıldığında ise kıtlık, savaş ve hastalık gibi çeşitli sıkıntılar baş gösterecekti.
Malthus’un fikirleri o dönemde büyük yankı uyandırsa da, Malthus’un öngördüğü felaket senaryoları gerçekleşmedi. Uygarlık tarihimizde gerçekleşen devrim niteliğinde teknolojik ve bilimsel gelişmeler ile tarımda verim muazzam arttı. Yeni mekanize tarım yöntemleri, yüksek verimli tohum çeşitleri ve modern sulama teknikleri, kimyasal gübrelerin ve pestisitlerin yaygın kullanımı üretim miktarını ve verimi yükselterek, kapasiteyi çok arttırdı.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.