Üniversiteler, bilgi üretimini geleneksel olarak öncelikle bilimsel araştırmalar yoluyla gerçekleştiren kurumlardır. Ancak, son zamanlarda, yükseköğretim sistemi içinde yer alan üniversiteler, birçok ülkede daha yoğun bir değerlendirme ve reform sürecinden geçiyorlar. Bu değerlendirmelerde dikkate alınan kriterlerin başında üretkenlik ve verimlilik yanında değişen demografik, ekonomik ve sosyal değişimlere duyarlılık düzeyi de gelmektedir. Buna bağlı olarak geleneksel bilim politikası olan araştırmanın ötesine geçerek reformlar gerçekleştirilmesi için baskılar artmaktadır.
Değişen demografik, ekonomik ve sosyal değişimler yükseköğretim kurumlarının da değişimini gerekli kılmaktadır. Geleneksel yükseköğretim anlayışına göre üniversiteler bilgi üretimine katkıda bulunan kurumlardır. Ancak, bu yeni durumda, bilgi üretimine katkıda bulunan araştırma enstitüleri, özel şirketler ve kamuya ait laboratuvarlar da bilgi üretimine katkıda bulunmaktalar.
Üniversitede çalışan akademisyenler ve araştırmacılar, mevcut bilgi birikimini sorgular, yeni sorular ortaya koyar ve bu sorulara sistematik yöntemlerle yanıt ararlar. Demografik, ekonomik ve sosyal değişimlere duyarlı olmak zorunda olan araştırmacılar, bu süreçte deneyler, gözlemler, analizler ve çeşitli yöntemler kullanılarak yeni veriler elde ederler. Elde edilen veriler veya üretilen bilgi mevcut problemlerin çözümüne hizmet etmiyorsa üretilen bilginin değeri sorgulanmak zorundadır.
Üniversitelerden, özellikle günümüzde, daha görünür hale gelen demografik, ekonomik ve sosyal sorunların çözümlenmesine, gelecek planlamasına yönelik olarak kuramlardan çok uygulamalar geliştirmesi beklenmektedir. Günümüz üniversitesinin ürettiği kuramsal bilgi, uygulama değeri taşımıyorsa, araştırma faaliyetleri için gerekli olan altyapı ve kaynakların kullanımı tartışmaya açılabilir.
Geleneksel araştırma ve bilgi üretiminde merkezde yer alan laboratuvarlar, artık tek bilgi üretim aracı ve mekanı değildir. Artık sosyal bilimler, beşeri bilimler ve sanat alanlarında da üniversiteler özgün düşünceler ve kuramlar geliştirme çabası gösteriyorlar, insan ve insanlıkla ilgili birikime katkıda bulunmaktadırlar.
G,n,m,z üniversitelerinde sadece akademisyenler ve araştırmacıların üretimi yeterli görülmemektedir. Öğrencilerle birlikte yürütülen projeler, lisansüstü tezler ve akademik seminerler, hem eğitici hem de üretici süreçler olarak bilgi üretimini desteklemektedir. Bu arada, artık tek bir disiplin üzerinde odaklanmak yeterli görülmemektedir. Bütüncül bir yaklaşımla gerçekleştirilen disiplinlerarası çalışmalar, farklı alanların etkileşimiyle yeni fikirlerin doğmasına zemin hazırlamaktadır.
Üniversitelerin bilgi üretimi, sadece akademik çevreyle sınırlı kalmamalı. Üretilen ve uygulama değeri olan bilgi sanayi, kamu kurumları ve sivil toplumla işbirliği halinde toplumsal faydaya dönüştürülmektedir. Böylece üniversiteler, ürettikleri ve uygulama değeri olan bilgi ile hem bireysel hem de toplumsal sorunların çözümüne katkıda bulunarak gelişime öncülük etmektedirler.
Kendi içine kapanmış, kendi içinde üreten ve kendi içinde tüketen bir kurum, yükseköğretim kurumu veya üniversite değildir artık. Bu bağlamda yükseköğretim kurumlarında yer alan fakülteler ve fakülteler içinde yer alan bölümlerin disiplinlerarası yaklaşımla yeniden yapılandırılması bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.