Hep korkutulduk dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren. Başkalarının zarar vermemesi için himaye edildik. Himaye sona erince korkumuz tekrar nüksetti. Bu arada himaye eden anne ve babadan korktuk. Hep “sakın” dediler, “dokunma ha” dediler. “Yanarsın” dediler ve biz hep bir yerlere dokunmaktan korktuk. Yavaş yavaş korkak olmaya başladık.
Sonra annemiz bizi babamızla korkuttu veya tam tersi. Evden birileri ile korkutulduk. Anne, baba, dede…
Biraz daha büyüyünce alıştık bu korkulara ve önemsemez olduk. Bu defa bizi Allah ile korkuttular. Etrafımızdakiler bizi korkutmak için Allah”ı devereye soktular. “Allah döver” dediler. Sonra kutsallar da girdi devreye. “Kur'an çarpar” dediler, “Şeytan çarpar” dediler. Olmadı “dokunma çarpılırsın” dediler. Çarpılma korkusu ile dokunamadığımız şeyler çoğaldı. “Kur'an çarpsın” diye yemin etmeyi öğrendik. O da yetmedi “Allah, Kur'an çarpsın ki” diye başlayan cümleler kurmaya başladık.
Hiç düşünmedik Allah döver mi diye veya Kur'an çarpar mı diye. Sormadık çünkü korkmayı, dokunmamayı daha önce öğrenmiştik zaten.
Daha sonra okul yılları başladı ve bu defa öğretmenden korkmaya başladık. Hele birkaç tokat da nasip olmuşsa hızlı öğrendik korkmayı. Öğretmen korkusunu da “hocanın vurduğu yerde gül bitermiş” diyerek hafife almamızı da öğrettiler. Vurmak, dövmek, çarpmak zaten zihnimizde hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmişti.
Sonra camiye düştü yolumuz. Kürsüde konuşan hoca da Allah korkusundan dem vurdu. Sakının diyordu. Allah’ın gazabı ve cezasından bahsediyordu. Bir de cehennem azabı ekleyince korku tam oturdu ve artık kanımızda, iliklerimizde yerleşti.
Birisi de kalkıp “korkma” demedi Mehmet Akif’ten başka. “Allahtan niçin korkuyorsun? Allah sevilir, sayılır ve Allah da yarattıklarını çok sever” demedi ki. "Allah senden cesur olmanı ister, eylem adamı olmanı ister, haksızlıklara karşı koymanı ister, Allah doğru yolda mücadele edeni sever” demedi ki. Allah korku kaynağı değil ki!
Kuran dokunulmaz değil ki! Tam aksine hayatın içine alınması gereken yüce bir kitap. Allah’ın sevdiğini şeytan nasıl ve niçin çarpsın ki? Nereden çıktı bu çarpma eylemi ve korkusu?
Sünnetçiden kork, doktordan kork, iğneden kork, soyguncudan kork, hırsızdan kork, kork da kork!
Neticede korkak bir nesil olduk biz. Korkaklık, cesaretin tam tersidir. Bu nedenle risk alamadık, karşılaştığımız tehlike ile yüzleşemedik. Birisi meydan okuduğunda korktuk, ses çıkaramadık, yenik düştük ve sadece yutkunduk.
Artık korkaklık bizde bir kişilik haline gelmişti. Saldırı halinde kaçmak veya korkudan erimek, yok olmak doğal sonuç oldu.
Korkak, korkuyu hisseder ve korkup kaçar. Cesur ise korkuyu hisseder ama yine de vazgeçmez ve yapar.
Korkuyu hisseden ve yapan cesur kişi bu durumu toplum önünde ispatladığı zaman artık korkuyu yenen kahraman olur. Ve korkuyu yenen artık isim almaya hak kazanır.
Dede Korkut destanlarında "ad veren" olarak Korkut Ata'nın ad verebilmesi için ispat edilmesi gereken bir şey vardı. Ad alacak olan yiğit mutlaka ad alacak kadar kıymetli, cesaret isteyen bir iş, bir kahramanlık göstermesi gerekirdi. Ana ve babanın verdiği ad gerçek ad değildir, geçici ad idi. Kahraman gerçek adını, avda veya savaşta bir yararlık, bir kahramanlık gösterdikten sonra alırdı. Artık o bir korkak değil, korkuyu yenen bir kahraman olurdu ve ad almayı hak ederdi.
Korktuk, korkutulduk, cesaretimiz kırıldı, risk alamadık, tehlikeye karşı direnemedik. Ana ve babamızın verdiği adı taşıyoruz. Korkaklığımızı yenmedikçe, avda veya savaşta toplum için bir yararlık, bir kahramanlık yapmadık. Öyle ise henüz gerçek adımız yok bizim.
Korkak nesil adsız nesildir. Korkarsak her gün ölürüz. Oysa cesur olsak bir kere öleceğimizi biliriz. Ve asla korkmayız.
Nasıl olsa bir kere öleceğiz… Ve elbette bir gün… Mutlaka. Korkuya yer yok.